(1)
o
¬n
fÉ n
ër
Ñ° o
S /
¬ p
ª° r
SÉp
H
Aziz, Sıddık, Sarsılmaz ve Tevekkülün Mahi-
yetini ve Kıymetini Anlayan Kardeşlerim!
Yirmi seneden beri hiç bir gazeteyi ne okumak ve ne
sormak merakım olmadığı hâlde, pek çok teessüf ile,
yalnız bir kısım zayıf kardeşlerimizin hatırları için bugün
bir gazetenin bir bahsini gördüm. Bundan bildim ki, per-
de altında ve üstünde ehemmiyetli cereyanlar rol oynu-
yorlar. Meydanda biz göründüğümüzden, bizler, o ce-
reyanlarla alâkadar tevehhüm ediliyoruz. İnşaallah, ri-
sale-i nur’un dört sandık kuvvetli cerh edilmez risaleleri
ve pek kat’î müdafaa defterleri; bizim hakkımızda, hem
iman ve kur’ân, İslâm hakkında bir hayırlı netice vere-
cekler. Biz onların dünyalarına karışmadık ve karışacağı-
mızı hiçbir cihetle daha tespit edemediler. Mecburiyetle
bütün risale-i nur’u Ankara tahkik için istedi.
Madem hakikat budur ve madem şimdiye kadar risa-
le-i nur’un hizmetinde inayet-i rabbaniyenin tecellisini
inkâr edilmeyecek derecede gördük; her birimiz cüz’î ve
küllî bunu hissetmişiz; ve madem şimdi siyasetin ve dün-
yanın çok cereyanlarının birbirine karşı tahşidatı oluyor;
ve madem elimizden kazaya rıza ve kadere teslim ve
hizmet-i imaniye ve kur’âniye ve nuriyenin verdikleri
büyük ve kudsî teselliden başka bir şey gelmiyor; elbette
bize en elzem iş, telâş etmemek ve me’yus olmamak ve
alâkadar:
ilgili, ilişkili, münasebetli,
bağlı.
aziz:
muhterem, saygın.
cereyan:
akım, fikir, sanat veya
siyaset hareketi.
cerh:
yaralama, bir iddiayı, fikri
çürütme, reddetme.
cihet:
yön.
cüz’î:
bütüne ait olmayan, özel.
ehemmiyetli:
önemli.
elzem:
daha (en, pek) lâzım, lü-
zumlu, gerekli.
hakikat:
gerçek, esas.
hizmet-i imaniye:
imana ait hiz-
met, iman ve Kur’ân hakikatlerinin
ikna edici ve ilmî delillerle anlaşıl-
masına hizmet etme.
hizmet-i Kur’âniye:
Kur’ân’ın hiz-
meti.
hizmet-i Nuriye:
Nur hizmeti, Ri-
sale-i Nur için çalışma.
iman:
inanma, itikat.
inayet-i rabbaniye:
Allah’ın ina-
yeti; Cenab-ı Hakkın mahlûkatın
terbiye, tedbir ve idaresinde onlara
yapmış olduğu lütuflar, himayeler,
yardımlar.
inkâr:
reddetme, inanmama, kabul
ve tasdik etmeme.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’ ma-
nasında kullanılan bir dua.
kader:
Cenab-ı Hakkın takdir ve
tayin etmesi.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddüde
mahal bırakmayan.
kaza:
olacağı Cenab-ı Hak tarafın-
dan bilinen ve takdir olunan şey-
lerin zamanı gelince yaratması.
kıymet:
değer.
kudsî:
mukaddes, yüce.
küllî:
umumî, genel, bütün olan.
Kur’ân:
Allah tarafından vahiy yo-
luyla Hz. Muhammed’e indirilmiş,
semavî kitapların sonuncusu.
madem:
... -den dolayı, böyle ise.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası,
niteliği.
mecburiyet:
mecbur olma, za-
rurîlik durumu, zorunluluk.
me’yus:
ümitsiz, ye’se düşmüş,
ümidi kesilmiş, kederli.
müdafaa:
savunma, koruma.
rıza:
razılık, razı olma, hoşnut-
luk, memnunluk.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz ka-
bullenen.
tahkik:
inceleme.
tahşidat:
yığmalar, biriktirme-
ler, toplamalar.
tecelli:
belirme, bilinme, gö-
rünme.
teessüf:
üzülme, eseflenme,
bir şeyin tesirini hissetme, acı
duyma.
teselli:
avunma.
tespit:
bir hâli şüpheye yer
bırakmayacak şekilde görüp
gösterme.
tevehhüm:
vehimlenme, ku-
runtuya kapılma; gerçekte var
olmayanı var kabul etme, yok
olanı var zannetmekle ümit-
sizliğe ve korkuya düşme.
tevekkül:
bir işin gerçekleş-
mesi için gereken çalışmayı
ve çabayı gösterip sebeplere
başvurduktan sonra işi Allah’a
bırakma, neticeyi ondan bilme,
kadere razı olma.
1.
Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.
o
n
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
| 540 | Şualar