ittiham edip, mes’ul ederler, hatta idam ve ağır ceza ile
hapse sokmak isterler; fakat, kanunca sebep bulamıyor-
lar. Biz dahi elimizde hayat-ı bâkiyenin mukaddemesi ve
perdesi olan mevti ve ölümü tutup, onların başlarına vu-
rup, intibaha getirmek ve onların hakikî mes’uliyet ve
mahkûmiyetten ve idam-ı ebedî ve daimî haps-i münfe-
ritten kurtulmalarına bütün kuvvetimizle çalışıyoruz. Hat-
ta Ankara’ya giden şiddetli risaleler sebebiyle, en ağır ce-
za nefsime verilse, fakat ceza verenler o risaleler ile ölü-
mün idamından kurtulsalar; hem kalbim, hem nefsim ra-
zı olurlar. demek, biz onların iki cihanda yaşamalarını is-
tiyoruz, arıyoruz; onlar bizim ölmemizi istiyorlar, baha-
neler arıyorlar. Fakat güneş gibi zahir ve göz ile görünür
gündüz gibi bir hakikat-i mevtiye ve her gün insanlarda
otuz bin cenaze, ehl-i dalâlet hakkında, otuz bin idam-ı
ebedî, otuz bin haps-i münferit fermanlarını, ilâmname-
lerini gösterdiklerinden, biz onlara karşı mağlûp değiliz.
ne yaparlarsa yapsınlar.
(1)
n
¿ƒo
Ñp
dÉn
¨ r
dG o
ºo
g $G n
Ür
õp
M s
¿p
G
ayeti,
on iki seneden beri en acınacak aynı mağlûbiyetimiz za-
manında dahi, cifir ve ebcet hesabıyla, galibiyetimize ay-
nı tarihiyle müjde ediyor.
Madem hakikat budur; biz şimdiden sonra, hem mah-
kemeye, hem halka diyeceğiz ki:
“Bu gözümüz önünde ve bizi bekleyen ölümün idam-ı
ebedîsinden ve karşımızda kapısını açan ve bizi cebr-i kat’î
ile çağıran kabrin daimî karanlık haps-i münferidinden
kurtulmaya çalışıyoruz. Hem, sizin de o dehşetli ve
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
bahane:
yalandan özür, asıl sebebi
gizlemek için ileri sürülen uydurma
sebep.
cebr-i kat’î:
mutlak baskı, tam
diktatörlük, şiddet.
cenaze:
insan ölüsü.
cifir:
harflere verilen sayı kıymeti
ile geleceğe veya geçen hâdiselere,
ibarelerden tarih veya isme dair
işaretler çıkarmak ilmî.
cihan:
dünya.
daimî:
sürekli, devamlı.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
ebcet:
Arap alfabesinin ilk tertibi
ve harflerinin taşıdığı sayı değer-
lerine dayanan hesap sistemi.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yoldan
çıkanlar, azgın ve sapkın kimse-
ler.
ferman:
emir, buyruk.
galibiyet:
üstünlük, üstün gelme,
yenme, mağlûp etme.
hakikat:
gerçek, esas.
hakikat-i mevtiye:
ölüm hakikatı,
gerçeği.
hakikî:
gerçek.
haps-i münferit:
ehl-i dalâlet için
ölüm ve kabir.
hayat-ı bakıye:
bakî olan, son-
suz hayat, ahiret hayatı.
idam:
yok olma.
idam-ı ebedî:
dirilmemek üze-
re yok oluş, ahiret inancı ol-
madığı için ölümü ebedî yok-
luğa gitmek olarak görme.
ilânname:
ilân yazısı, içinde
ilân yazılı olan kâğıt.
intibah:
uyanıklık.
ittiham:
suç altında bulunma,
töhmetli olma, töhmet altında
olma.
kabir:
mezar.
kanun:
yasa.
kuvvet:
güç, kudret.
madem:
... -den dolayı, böyle
ise.
mağlûbiyet:
yenilgi, yenilme.
mağlûp:
boyun eğme, yenilme,
yenilmiş olma.
mahkûmiyet:
hüküm giyme,
hükümlülük.
mes’ul:
yaptığı işlerden hesap
vermeye mecbur olan, sorum-
lu.
mes’uliyet:
mes’ul olma hali,
sorumluluk.
mevt:
ölüm.
müjde:
sevindirici haber, muş-
tu.
mukaddeme:
başlangıç, giriş.
nefis:
kendi, şahıs.
razı:
rıza gösteren, kabul eden,
hoşnut olan.
zahir:
açık, aşikâr.
1.
Şüphesiz Allah’a tâbi olan topluluk gerçek galiplerin ta kendisidir. (Mâide Suresi: 56.)
o
n
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
| 546 | Şualar