meşkûk bir küfre çıkarır, mağrurâne ve cür’etkârâne
tecavüzlerini tadil eder. Mahkemede son söz olarak yüz-
lerine söylediğim bu cümle, “
Milyonlar kahraman başlar
feda oldukları bir kudsî hakikate, başımız dahi feda ol-
sun
” ile, bizim nihayete kadar sebat edeceğimizi dava et-
mişiz. Bu davadan vazgeçilmez. İçinizde vazgeçecek yok
ümit ediyorum. Madem şimdiye kadar sabrettiniz, “da-
ha kısmetimiz ve vazifemiz bitmedi” diye tahammül ve
sabrediniz. Her hâlde
Meyve’
deki kat’î hüccetler ile ka-
bil-i inkâr olmayan idam-ı ebedî ve nihayetsiz haps-i
münferit mesleğini müdafaa etmek için, risale-i nur’a
karşı anudâne hareket edilmeyecek, belki musalâha ve-
ya mütareke çaresi aranılacak.
(1)
p
Qho
ô t
°ùdGn
h p
ên
ôn
Ør
dG o
ìÉn
àr
Øp
e o
ôr
Ñ°s
üdn
G
* * *
(2)
o
¬n
fÉ n
ër
Ñ° o
S /
¬ p
ª° r
SÉp
H
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
(3)
p
¢SÉs
ædG p
‘ p
¬p
H »p
°ûr
ªn
j Gk
Qƒo
f o
¬n
d Én
ær
?n
©n
Ln
h o
?Én
ær
«n
«r
Mn
Én
a Ék
àr
«n
e n
¿Én
c r
øn
en
hn
G
ayeti hem risale-i nur’a, hem
(4)
Ék
àr
«n
e
kelimesiyle üç kuv-
vetli emare ve münasebetler ile risale-i nur’un bu bîçare
şakirtlerine işareti Birinci Şuada izah edilmiş; şimdi, bu
hâdisede o emarelerden birisi tam hükmediyor. Çünkü,
bize zulmedenler, ellerinde hayat ve medeniyeti ve lezze-
ti tutup, bizi o tarz-ı hayata ehemmiyet vermemekle
Şualar | 545 |
o
n
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
luğa gitmek olarak görme.
izah:
açıkça ortaya koyma, bir ko-
nuyu ayrıntılarıyla, eksiksiz anlat-
ma.
kabil-i inkâr:
inkârı mümkün, inkâr
edilebilir.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddüde
mahal bırakmayan.
kısmet:
talih, nasip, kader.
kudsî:
mukaddes, yüce.
küfür:
Allah’ın varlığına, birliğine
inanmama, müşriklik, imansızlık.
madem:
...den dolayı, böyle ise.
mağrurâne:
gururlu bir şekilde,
kendini beğenerek.
medeniyet:
ilim, teknik, sanayi
ve ticaretin nimetlerinden gerçek
anlamda yararlanarak, bolluk, gü-
venlik ve rahatlık içinde yaşayış.
meşkûk:
şüpheli, şüphe edilen.
meslek:
gidiş, tutulan yol, sistem.
müdafaa:
savunma, koruma.
münasebet:
ilgi, alâka, yakınlık.
musalâha:
barışma, uzlaşma, sulh,
barış.
mütareke:
ateşkes, savaşan iki
tarafın geçici bir zaman için ateşi
durdurması.
nihayet:
son.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
sabır:
sabır, dayanma, katlanma,
zorluklara dayanma gücü.
şakirt:
talebe, öğrenci.
sebat:
sözünd durma, kararlı olma,
azimlilik.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz kabulle-
nen.
tadil:
doğrultma, düzeltme.
tahammül:
zora dayanma, kötü
ve güç durumlara karşı koyabilme,
katlanma.
tarz-ı hayat:
hayat tarzı, yaşama
şekli.
tecavüz:
saldırma, sataşma, baş-
kasının hakkına dokunma.
ümit:
umut, umma, ümit; bazı
şeylerin istediği yönde olması ko-
nusunda beslenen his.
vazife:
görev.
zulüm:
haksızlık.
anudâne:
inatçı bir şekilde.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
aziz:
muhterem, saygın.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
cür’etkârâne:
cesurca, cesur-
lukla, yiğitçe.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
ehemmiyet:
önem, değer, kıy-
met.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
hâdise:
olay.
hakikat:
gerçek, esas.
haps-i münferit:
ehl-i dalâlet
için ölüm ve kabir.
hüccet:
delil.
hükmetme:
hâkim olma, iş-
leme.
idam-ı ebedî:
dirilmemek üze-
re yok oluş, ahiret inancı ol-
madığı için ölümü ebedî yok-
1.
Sabır, kurtuluş ve sevincin anahtarıdır. (Hadis-i Şerif: “Sürur” kelimesi hariç Keşfü’l-Hafâ,
2:21, hadis no: 1590’da geçmektedir.)
2.
Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.
3.
Ölü iken iman ile diriltip nura kavuşturduğumuz ve halk içinde o nur ile doğru yolda yü-
rüyen kimse... (En’am Suresi: 122.)
4.
Ölü iken.