Şualar - page 539

İşte bu vaziyete karşı inayet-i rabbaniyeye dayanıp me-
tanet ve sabır ve tevekkül ederek, dört sandık risale-i nur
eczaları o merkeze yetişip, kuvvetli hakikatler ile galebe
çalmasına dua etmekten başka çare yoktur. Biz birbiri-
mizden çekinmekle ve gücenmekle ve risale-i nur’dan
çekilmekle ve onlara teslim ve hatta iltihak etmekle fay-
da vermediği, şimdiye kadar tecrübe edildi. Hem hiç me-
rak etmeyiniz. o vekilin o farfaralı telâşı, zaafına ve tam
korkusuna delâlet eder; tecavüze değil, belki tedafüe mec-
buriyeti bildiriyor.
* * *
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Homalı kardeşlerimizden Ali namında bir şakirt, Hafız
Ali’nin vefatı günlerinde vefat ettiğini sami Bey bana söy-
lediği gibi, Homalı kahramanlardan Mehmed Ali dahi ba-
na yazdı. Ben de o Ali’yi o büyük şehit Ali’ye çok dualar-
da arkadaş yaptım.
Bu yakında, bizimle alâkadar bir hanım, üç kardeşimi-
zin öldüğünü görmüştü. tabiri: Bu iki Ali ve risale-i nur’a
hapiste tâbi olmak isteyen asılan Mustafa, umumumuzun
bedeline ahirete gittiler ve selâmetimizin hesabına feda
oldular demektir.
* * *
Şualar | 539 |
o
n
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
bullenen.
tâbi:
boyun eğen, uyan, itaat eden.
tabir:
yorum, yorumlama.
tecavüz:
saldırma, sataşma, baş-
kasının hakkına dokunma.
tedafü:
kendini koruma, müdafaa,
savunma.
tevekkül:
bir işin gerçekleşmesi
için gereken çalışmayı ve çabayı
gösterip sebeplere başvurduktan
sonra işi Allah’a bırakma, neticeyi
ondan bilme, kadere razı olma.
umum:
hep, herkes.
vaziyet:
durum.
vefat:
ölüm.
vekil:
nazır, bakan.
zaaf:
zayıflık, kuvvetsizlik.
ahiret:
dünya hayatından son-
ra başlayıp ebediyen devam
edecek olan ikinci hayat.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, müna-
sebetli, bağlı.
aslen:
asıl itibarıyla, kök ve
soy bakımından.
aziz:
muhterem, saygın.
bedel:
karşılık.
delâlet:
delil olma, gösterme.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ecza:
cüz’ler, parçalar, kısım-
lar.
faide:
fayda.
feda:
gözden çıkarma, uğruna
verme.
galebe:
galip gelme, yenme,
üstünlük.
hakikat:
gerçek, esas.
iltihak:
karışma, katılma.
inayet-i rabbanîye:
Allah’ın
inayeti; Cenab-ı Hakkın mah-
lûkatın terbiye, tedbir ve ida-
resinde onlara yapmış olduğu
lütuflar, himayeler, yardımlar.
mecburiyet:
mecbur olma, za-
rurîlik durumu, zorunluluk.
metanet:
metin olma, daya-
nıklılık, sağlamlık.
nam:
ad, isim.
sabır:
başa gelen üzücü olay-
lara, belâ ve afetlere veya bir
haksızlığa katlanma, tahammül
göstererek Allah’a tevekkül
edip sıkıntılara göğüs germe.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şehit:
Allah’ın ve yüce dininin
adını yüceltme uğrunda canını
feda ederek savaşta vurulup
ölen Müslüman.
selâmet:
salimlik, eminlik; sı-
kıntı, korku ve endişeden uzak
olma.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz ka-
1...,529,530,531,532,533,534,535,536,537,538 540,541,542,543,544,545,546,547,548,549,...1581
Powered by FlippingBook