(1)
o
¬n
fÉ n
ër
Ñ° o
S /
¬ p
ª° r
SÉp
H
Aziz Kardeşim Hafız Ali!
Hastalığına merak etme; Cenab-ı Hak şifa versin.
Âmin. Hapiste her bir saat ibadet, on iki saat ibadet ye-
rinde bulunmasından, çok kârlısın. İlâç istersen, bir kısım
dermanlar bende var, sana göndereyim. zaten ortalıkta
bir hafif hastalık var. Ben mahkemeye gittiğim gün, her
hâlde hasta oluyorum. Belki sen bana yardım etmek için,
eski zamanda birbirinin bedeline hasta olması ve ölmesi
gibi harika fedakârlık gösteren zatlar gibi, benim bir par-
ça rahatsızlığımı aldın.
* * *
[güzel Ve tAM Yerİnde Bİr tAzİYenAMe]
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
(2)
zn
¿ƒo
©p
LGn
Q p
¬ r
« n
dp
G B É s
fp
Gn
h ! És
fp
G{ m
án
Ñ«°/
üo
e u
?o
µ
p
d
Ben hem kendimi, hem sizi, risale-i nur’u taziye; ve
merhum Hafız Ali’yi ve denizli Mezaristanını tebrik edi-
yorum.
Meyve Risalesi’
nin hakikatini ilmelyakin ile bilen
bu kahraman kardeşimiz, aynelyakin ve hakkalyakin ma-
kamına çıkmak için, kabre cesedini bırakıp, melekler gi-
bi yıldızlarda, âlem-i ervahta seyahate gitti; ve tam vazife-
sini yapıp, terhisle istirahate çekildi. Cenab-ı erhamürrâ-
himîn, risale-i nur’un bütün yazılan ve okunan harfleri
adedince defter-i a’maline hasenat yazdırsın. Âmin.
Şualar | 529 |
o
n
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
olarak bilme.
harika:
olağanüstü.
hasenat:
iyi ameller, iyi işler, ha-
yırlar.
ilmelyakin:
ilim yoluyla kesin ola-
rak bilme.
istirahat:
dinlenme, rahatlama.
kabir:
mezar.
makam:
yer, mevki.
merhum:
rahmete kavuşmuş, öl-
müş, ölü.
mezaristan:
mezarlık.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz kabulle-
nen.
şifa:
bedenî ve ruhî bir hastalığın
son bulması, sağlığına kavuşma.
taziye:
baş sağlığı dileme, yakını
ölen kimseyi teselli etme.
taziyename:
baş sağlığı dileyen
yazı veya mektup.
terhis:
izin verme, serbest bırak-
ma.
vazife:
görev.
zat:
kişi, şahıs.
âlem-i ervah:
ruhlar âlemi.
a’mal:
ameller, işler.
âmin:
Yâ Rabbi! Öyle olsun,
kabul eyle!” anlamında duanın
sonunda söylenir.
âmin:
Yâ Rabbi! Öyle olsun,
kabul eyle!” anlamında duanın
sonunda söylenir.
aynelyakin:
gözle görür de-
recede inanma; bir şeyi görerek
ve seyrederek bilme.
aziz:
muhterem, saygın.
aziz:
muhterem, saygın.
bedel:
karşılık.
Cenab-ı Erhamürrâhimîn:
ina-
yet ve rahmet, yardım ve lütuf
sahiplerinin en merhametlisi
olan, şeref ve azamet sahibi
olan yüce Allah.
ceset:
ölü vücut, naaş.
derman:
ilaç, çare.
fedakâr:
kendini veya şahsî
menfaatlerini hiçe sayan, feda
eden.
hakikat:
gerçek, esas.
hakkalyakin:
marifet merte-
besinin en yükseği; bir şeyi
yaşayarak, içine girerek, doğ-
ruluğundan şüpheye asla yer
bırakmayacak biçimde kesin
1.
Her türhlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.
2.
Her musibet için şöyle deriz: “Biz Allah’ın kullarıyız ve yine Ona döneceğiz. (Bakara Suresi:
156.)”