hiçbir ehemmiyeti olamaz. Hatta bir gün hastalık için
araba ile gittiğim zaman, çok ağırlık hissettim ve sonra
sizin gibi elim bağlı beraber gittiğim vakit, büyük bir in-
şirah ve manevî bir ferah hissettim. demek o hâl, bu sır-
dan ileri gelmiş.
Çok defa söylediğim gibi yine tekrar ediyorum ki, ta-
rihte risale-i nur Şakirtleri gibi hak yolunda pek çok hiz-
met eden ve pek çok sevap kazanan ve pek az zahmet
çeken görülmüyor. Biz ne kadar meşakkat çeksek, yine
ucuzdur.
* * *
(2)
/
?p
ór
ªn
ëp
H o
íu
Ñ°n
ùo
j s
’p
G m
Ar
Àn
T r
øp
e r
¿p
Gn
h
(1)
@ o
¬n
fÉn
ër
Ñ°o
S /
¬p
ª°r
SÉp
H
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Bu musibetimizden kaçmak ve kurtulmak, iki cihetle
kabil değildi:
Birincisi
: kader-i İlâhî kısmetimizin bir kısmını buradan
bize yedirmek için, her hâlde gelecek idik. en hayırlısı bu
tarzdır.
İkincisi
: Aleyhimize çevrilen dolaptan kurtulmak imkâ-
nı bulmadık. Ben hissetmiştim, fakat çare yoktu. Bîçare
merhum Şeyh Abdülhâkim, Şeyh Abdülbâkî kurtulama-
dılar. demek bu musibette biz birbirimizden şekva etmek;
hem haksız, hem manasız, hem zararlı, hem risale-i
nur’dan bir nevi küsmektir. sakın sakın, has rükünlerin
gösterdikleri faaliyeti bu musibete bir sebep görüp
onlardan gücenmek ise, risale-i nur’dan çekilmek ve
aleyh:
karşı, karşıt.
aziz:
muhterem, saygın.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
cihet:
yön.
ehemmiyet:
önem, değer, kıy-
met.
elîm:
şiddetli, çok dert ve keder
veren.
ferah:
gönül açıklığı, sevinç, se-
vinme.
hak:
doğru, gerçek, hakikat.
inşirah:
sevinme, göğsün açılıp
sevinç ve huzura kavuşturulması,
ferahlama, rahatlama, iç açıl-
ması.
kabil:
mümkün, ihtimal dai-
resinde.
kader-i İlâhî:
İlâhî kader, Al-
lah’ın kader kanunu.
kısmet:
talih, nasip, kader.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
merhum:
rahmete kavuşmuş,
ölmüş, ölü.
meşakkat:
zahmet, sıkıntı, güç-
lük, zorluk.
musibet:
felâket, belâ, ansızın
gelen belâ, dert, sıkıntı.
nazar:
bakış, dikkat.
nevi:
çeşit, tür.
rükün:
bir topluluğun en
önemli ve kuvvetli fertlerinden
her biri.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şekva:
şikâyet, yakınma, hoş-
nutsuzluk, memnuniyetsizlik.
sevap:
hayırlı bir işe karşı Allah
tarafından verilen mükâfat; se-
vap.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz ka-
bullenen.
sır:
gizli hakikat.
tarz:
biçim, şekil, suret.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, me-
şakkat.
1.
Her türhlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.
2.
Hiçbir şey yoktur ki, onu övüp tesbih etmesin. (İsra Suresi: 44.)
o
n
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
| 520 | Şualar