Şualar - page 516

daha ziyade başımda tutacağım” diye, Cenab-ı Hakka
yalvarmış, o bîçare şeyhini kurtarmış; birden bire terak-
ki edip, bütün müritlerinden geçmiş, yine onlara mür-
şid-i hakikî kalmış.
demek, bazen bir mürit, şeyhinin şeyhi oluyor. Ve asıl
hüner, kardeşini fena gördüğü vakit onu terk etmek de-
ğil, belki daha ziyade uhuvvetini kuvvetleştirip ıslahına
çalışmak, ehl-i sadâkatin şe’nidir.
Münafıklar, böyle vaziyetlerde kardeşlerin tesanüdünü
ve birbirine karşı hüsnüzanlarını bozmak için derler: “İş-
te o kadar ehemmiyet verdiğin zatlar; adî, âciz insanlar-
dır.”
Her ne ise, musibette gerçi çok zararımız var, fakat
umum âlem-i İslâm’ı alâkadar edecek bir keyfiyet, bir va-
ziyet olmasından, pek çok ucuz olarak pek büyük kıyme-
ti var. Buna benzer vukua gelen hâdiseler, ya siyaset-i di-
niye veya başka sebeplerle umum âlem-i İslâm namına
olamadılar.
* * *
eski said’in, matbu
Lemaat
başındaki acip imzası az
tağyirle şimdiki hâlime ve yetmişinci sene-i ömrüme tam
muvafık gelmesi cihetiyle yazdım. Münasip görseniz,
hem
Müdafaat
’ın, hem
Meyve
’nin, hem küçük mektup-
ların ahirinde imza yerinde yazarsınız. İşte o garip imza,
gelen üç buçuk satırdır:
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
âciz:
zayıf, güçsüz, zavallı.
adî:
bayağı, aşağı, değersiz.
ahir:
son.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, münasebetli,
bağlı.
âlem-i İslâm:
İslâm âlemi, İslâm
dünyası.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
cihet:
yön.
ehemmiyet:
önem, değer, kıy-
met.
ehl-i sadâkat:
sadâkatli olanlar,
doğruluktan ayrılmayanlar.
gerçi:
öyle ise de, her ne kadar.
hâdise:
olay.
hüner:
marifet, bilgililik, ustalık,
maharet.
hüsnüzan:
bir kimsenin veya bir
hâdisenin iyiliği hakkındaki vicdanî
ve iyi kanaat.
ıslah:
iyi duruma getirme, iyi-
leştirme, düzeltme.
keyfiyet:
bir şeyin nasıl olduğu,
hal, durum, iç yüz.
kıymet:
değer.
kuvvet:
güç, kudret.
matbu:
tab edilmiş, basılmış.
müdafaat:
müdafaalar, savun-
malar, korunmalar.
münafık:
kalbinde küfrü giz-
lediği hâlde Müslüman görü-
nen, kâfirliğini gizleyerek Müs-
lüman gibi davranan.
münasip:
uygun, yerinde.
mürit:
tarikatte bir şeyh ve
mürşide bağlanarak tarikat
usul ve âdetleri ile tasavvufî
hakikatleri öğrenen kimse; hak-
kın ve mürşidinin iradesine
tâbi olan derviş.
mürşid-i hakikî:
hakikî irşat
edici, yol gösterici.
musibet:
felâket, belâ.
muvafık:
uygun, uyar, müna-
sip.
nam:
ad, yerine.
şe’n:
iş, durum, özellik, yapı.
sene-i ömür:
ömrün seneleri.
şeyh:
tarikat dersi veren ma-
nevî lider, mürşit.
siyaset-i diniye:
dinin gerek-
tirdiği siyaset, dinle ilgili siya-
set.
tağyir:
başkalaştırma, değiş-
tirme.
terakki:
yükselme, ilerleme.
tesanüt:
dayanışma, birbirine
dayanma ve destek olma.
uhuvvet:
kardeşlik, din kar-
deşliği.
umum:
bütün.
vaziyet:
durum.
vuku:
olma, meydana gelme.
zat:
kişi, şahıs.
ziyade:
çok, fazla.
o
n
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
| 516 | Şualar
1...,506,507,508,509,510,511,512,513,514,515 517,518,519,520,521,522,523,524,525,526,...1581
Powered by FlippingBook