Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Meyve Risalesi
çok ehemmiyetli ve çok kıymetlidir.
ümit ederim, bir zaman büyük fütuhat yapacak. sizler
tam kıymetini anlamışsınız ki, bu dershaneyi derssiz bı-
rakmadınız. Ben, kendi hesabıma derim: Bu kadar zah-
met ve masrafımızın meyvesi yalnız bu risale ve
Müdafaa
Risalesi
ve sizler ile beraber bir yerde bulunmak dahi ol-
sa, o masraf o zahmeti hiçe indirir ve bu musibetin on
mislini de çeksem yine ucuz düşer.
Çok tecrübelerle ve bilhassa bu sıkı ve sıkıntılı hapiste
kat’î kanaatim gelmiş ki, risale-i nur ile kıraaten ve ki-
tabeten iştigal, sıkıntıyı çok hafifleştirir, ferah verir. Meş-
gul olmadığım zaman o musibet tezauf edip, lüzumsuz
şeylerle beni müteessir eder. Bazı esbaba binaen, ben en
ziyade Hüsrev’i ve Hafız Ali (
rH
), tahirî’yi sıkıntıda tah-
min ettiğim hâlde, en ziyade temkin ve teslim ve rahat-ı
kalb, onlarda ve beraberlerinde bulunanlarda görüyor-
dum. “Acaba neden?” derdim. Şimdi anladım ki, onlar
hakikî vazifelerini yapıyorlar; malâyani şeylerle iştigal et-
mediklerinden ve kaza ve kaderin vazifelerine karışma-
dıklarından ve enaniyetten gelen hodfüruşluk ve tenkit
ve telâş etmediklerinden, temkinleriyle ve metanet ve it-
minan-ı kalbleriyle risale-i nur Şakirtlerinin yüzlerini ak
ettiler, zındıkaya karşı risale-i nur’un manevî kuvvetini
gösterdiler. Cenab-ı Hak, onlardaki nihayet tevazu ve
mahviyette tam izzet ve kahramanlık seciyesini umum
kardeşlerimize teşmil ettirsin. Âmin.
* * *
Şualar | 513 |
o
n
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
mahviyet:
alçak gönüllülük, ken-
dini değersiz gösterme, hiçe sayma,
fazla tevazu, kendine ehemmiyet
vermeyiş.
malâyani:
manasız, faydasız, boş
(şey).
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
meşgul:
bir işle uğraşan, iş gör-
mekte olan kimse.
metanet:
metin olma, dayanıklılık,
sağlamlık.
misil:
benzer, eş, kat.
müdafaa:
savunma.
musibet:
felâket, belâ.
müteessir:
teessüre kapılan, duy-
gulanmış, etkilenmiş.
nihayet:
son derece.
rahat-ı kalp:
kalp rahatlığı, kalbin
huzurlu ve tasasız oluşu.
Şakirt:
talebe, öğrenci.
seciye:
iyi huy, karakter.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz kabulle-
nen.
temkin:
ağırbaşlılık, vakar, ihtiyatlı
hareket etme.
tenkit:
eleştirme.
teşmil:
içine aldırma, kapsamına
aldırma.
tevazu:
alçak gönüllülük, kibirsizlik,
bir kimsenin başkalarını kendinden
küçük görmemesi, onlara saygı
ve sevgi göstermesi, mütevazilik.
tezauf:
iki kat olma, iki misli olma,
katlanma.
ümit:
umut, umma, ümit; bazı
şeylerin istediği yönde olması ko-
nusunda beslenen his.
umum:
bütün.
vazife:
görev.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, meşakkat.
zındıka:
dinsizlik, inançsızlık.
ziyade:
çok, fazla.
âmin:
Yâ Rabbi! Öyle olsun,
kabul eyle!” anlamında duanın
sonunda söylenir.
aziz:
muhterem, saygın.
bilhassa:
özellikle.
binaen:
-den dolayı, bu se-
bepten.
dershane:
ders verilen yer.
ehemmiyetli:
önemli.
enaniyet:
kendini beğenme,
bencillik, egoistlik.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
ferah:
gönül açıklığı, sevinç,
sevinme.
fütuhat:
zaferler, fetihler, ga-
libiyetler.
hakikî:
gerçek.
hodfüruş:
kendini beğendir-
meğe çalışan, kendini satan,
övünen, övüngen.
iştigal:
bir iş işleme, bir işle
uğraşmak, bir iş üzerinde ça-
lışma, meşgul olma.
itminan-ı kalp:
yürekten inan-
ma, kalbinde şüphe ve vesvese
kalmaksızın, tam kanaatle
inanma.
izzet:
şeref, yücelik; kuvvet,
kudret, üstünlük.
kader:
Cenab-ı Hakkın ezelî
ilmi ile, kâinatta olmuş ve ola-
cak bütün şeylerin varlık ve
yokluğunu, geçmiş ve gelece-
ğini bilmesi.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
kat’î:
kesin, şüpheye ve te-
reddüde mahal bırakmayan.
kaza:
olacağı Cenab-ı Hak ta-
rafından bilinen ve takdir olu-
nan şeylerin zamanı gelince
yaratması.
kıraaten:
okuyarak.
kitabeten:
yazarak.
kıymet:
değer.
kuvvet:
güç, kudret.