ile müftehirâne, müteşekkirâne bir mücahede-i manevi-
ye yapıyoruz, diye şekva etmemek lâzımdır.
Aziz Kardeşlerim!
Evvel ahir tavsiyemiz, tesanüdünüzü muhafaza; enani-
yet, benlik, rekabetten tahaffuz ve itidal-i dem ve ihtiyat-
tır.
Said Nursî
* * *
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Bu müddeiumumun iddianamesinden anlaşıldı ki; hü-
kûmetin bazı erkânını iğfal edip aleyhimize sevk eden
gizli zındıkların plânları, akim kalıp yalan çıktı. Şimdi,
bahane olarak cemiyetçilik ve komitecilik isnadıyla ya-
lanlarını setre çalışıyorlar. Ve bunun bir eseri olarak, be-
nimle kimseyi temas ettirmiyorlar. güya, temas eden,
birden bizden olur. Hatta, büyük memurlar da çok çeki-
niyorlar ve bana sıkıntı verdirmekle kendilerini âmirleri-
ne sevdiriyorlar. Hususan ben, itiraznamenin ahirinde,
bu gelen fıkrayı diyecektim; fakat bir fikir mâni oldu. Fık-
ra şudur:
Evet, biz bir cemiyetiz! Ve öyle bir cemiyetimiz var ki,
her asırda üç yüz milyon dâhil mensupları var ve her gün
beş defa o mukaddes cemiyetin prensipleriyle kemal-i
hürmetle alâkalarını ve hizmetlerini gösteriyorlar ve
ahir:
son, sonraki, en sonra.
akim:
neticesiz, sonu yok, başarı-
sız.
alâka:
ilgi, ilişki. bağ.
aleyh:
karşı, karşıt.
amir:
büyük memur, memurun
üstü.
asr:
yüzyıl.
aziz:
muhterem, saygın.
bahane:
yalandan özür, asıl sebebi
gizlemek için ileri sürülen uydurma
sebep.
cemiyet:
manevî birlik teşkil eden
topluluk.
cemiyetçilik:
cemiyet taraftarlığı,
particilik, grupçuluk.
dâhil:
içinde, giren.
enaniyet:
kendini beğenme, ben-
cillik, egoistlik.
erkân:
reisler, ileri gelenler.
evvel:
her şeyden önce, ilk.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
güya:
sanki, sözde.
hususan:
bilhassa, özellikle.
iddianame:
iddia yazısı, savcının
bir dava konusundaki iddialarını
toplamış olduğu, isnat ettiği suç
ve delilleri de içine alan yazısı.
iğfal:
yanıltma, gaflete düşürerek
kandırma, aldatma.
ihtiyat:
ileriyi düşünme, ilerisini
düşünerek davranma, geleceği dü-
şünerek tedbirli hareket etme.
isnat:
bir şeyi bir kimseye ait gös-
terme, sözü söyleyene nispet
etme, bir söz ve haberin birisine
ait olduğunu belirtme.
itidal-i dem:
soğukkanlılık.
itirazname:
itiraz kâğıdı, itiraz
dilekçesi.
kemal-i hürmet:
hürmetin
mükemmelliği, tam ve kusur-
suz mükemmel hürmet.
komite:
kötü bir maksat için
toplanmış gizli cemiyet.
mâni:
engel.
mensup:
bir şeye veya kim-
seye alâkası bulunan, bağlı
olan.
mücahede-i maneviye:
ma-
nevî olarak yapılan cihad.
müddeiumum:
savcı.
müftehirâne:
iftiharla, iftihar
ederek, övünerek, gururlu bir
şekilde.
muhafaza:
koruma.
mukaddes:
takdis edilmiş, kut-
sal, aziz, temiz.
müteşekkirâne:
müteşekkir
olarak, teşekkür edercesine.
plân:
bir şeyi gerçekleştirmek
için yapılan düzenleme.
prensip:
temel fikir, temel bilgi,
esas, ilke.
rekabet:
aynı amacı güden
kimseler arasındaki çekişme,
yarışma, yarış.
şekva:
şikâyet, yakınma, hoş-
nutsuzluk, memnuniyetsizlik.
setr:
örtme, kapanma, gizleme,
setretme.
sevk:
ulaştırma, yöneltme.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz ka-
bullenen.
tahaffuz:
korunma, sakınma.
tavsiye:
öğütleme.
tesanüt:
dayanışma, birbirine
dayanma ve destek olma.
zındık:
Allah’a ve ahirete inan-
mayan, Allah’ı inkâr eden,
imansız, münkir.
o
n
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
| 504 | Şualar