Şualar - page 494

bu senenin aynı tarihine tevafuk eder ve bizi çok istiğfara
davet ve emreder ki, nurunuz tamam olsun ve risale-i
nur noksan kalmasın.
* * *
(1)
o
¬n
fÉ n
ër
Ñ° o
S /
¬ p
ª° r
SÉp
H
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Bu eski ve yeni iki medrese-i Yusufiyedeki şiddetli im-
tihanda sarsılmayan ve dersinden vazgeçmeyen ve yakı-
cı çorbadan ağızları yandığı hâlde talebeliğini bırakmayan
ve bu kadar tehacüme karşı kuvve-i maneviyesi kırılma-
yan zatları ehl-i hakikat ve nesl-i ati alkışlayacakları gibi,
melâike ve ruhanîler dahi alkışlıyorlar, diye kanaatim var.
Fakat içinizde hastalıklı ve nazik ve fakirler bulunmasıyla,
maddî sıkıntı ziyadedir. Ve buna karşı da her biriniz her
birisine birer tesellici ve ahlâkta ve sabırda birer numune-
i imtisal ve tesanüt ve taltifte birer şefkatli kardeş ve ders
müzakeresinde birer zeki muhatap ve mucip ve güzel se-
ciyelerin in’ikâsından birer âyine olmanız o maddî sıkın-
tıları hiçe indirir, diye düşünüp, ruhumdan ziyade sevdi-
ğim sizler hakkında teselli buluyorum.
Yüz yirmi yaşında bulunan Mevlâna Halid’in (
ks
) cüb-
besini size bir gün göndereceğim. o zat onu bana giydir-
diği gibi, ben de onun namına sizin her birinize teberrü-
ken giydirmek için, hangi vakit isterseniz göndereceğim.
âyine:
ayna.
aziz:
muhterem, saygın.
cübbe:
üste giyilen bol ve uzun
elbise.
davet:
çağırma, çağrı.
ehl-i hakikat:
hakikati arzulayanlar,
gerçeği bulup onun peşinden gi-
denler; Allah adamı.
in’ikâs:
aksetme, yansıma.
istiğfar:
tevbe etme, Allah’tan gü-
nahlarının bağışlanmasını isteme.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
kuvve-i manevîye:
manevî güç,
moral.
maddî:
para, mal vb. şeylerle ilgi-
li.
Medrese-i Yusufiye:
Yusuf’un
medresesi, Hz. Yusuf’un (a.s.) iftira,
haksızlık ve zulüm ile hapiste kal-
masından kinaye olarak, iman ve
Kur’ân’a hizmetinden dolayı tevkif
edilenlerin hapsedildiği yer ma-
nasında, hapishane.
melâike:
melekler.
mucip:
icap eden, uyan, gereken,
gerektiren.
muhatap:
kendisine hitap olunan,
söz söylenilen kimse.
müzakere:
bir iş hakkında konuş-
ma, karşılıklı fikir söyleme, danışma,
görüşme.
nam:
ad, isim; yerine, vekillik.
nazik:
narin, ince.
nesli ati:
gelecek nesil.
noksan:
eksiklik, azlık, tam olma-
yış.
numune-i imtisal:
örnek alınacak
şekildeki numune, örnek nu-
mune.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın
temeli ve sebebi olan manevî
varlık.
ruhanî:
gözle görülmeyen, cis-
mi olmayan, elle tutulamayan
varlıklar.
sabır:
başa gelen üzücü olay-
lara, belâ ve âfetlere veya bir
haksızlığa katlanma, tahammül
göstererek Allah’a tevekkül
edip sıkıntılara göğüs germe.
seciye:
iyi huy, karakter.
şefkat:
acıyarak ve esirgeyerek
sevme, içten ve karşılıksız mer-
hamet.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz ka-
bullenen.
talebe:
talep eden, öğrenci.
taltif:
iltifat etme, gönül ok-
şama.
teberrüken:
mübarek görerek,
uğur sayarak.
tehacüm:
hücum etme, top-
luca hücum etme, saldırma.
tesanüt:
dayanışma, birbirine
dayanma ve destek olma.
teselli:
avunma, avutma, acısını
dindirme.
tevafuk:
uyma, uygunluk, bir-
birine denk gelme.
zat:
kişi, şahıs.
ziyade:
çok, fazla.
1.
Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.
o
n
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
| 494 | Şualar
1...,484,485,486,487,488,489,490,491,492,493 495,496,497,498,499,500,501,502,503,504,...1581
Powered by FlippingBook