Ve saniyen
: o mesleğin erkânlarının ve müntesibîni-
nin kusuratlarını teşhir etmek.
Ve salisen
: Maddiyyun felsefesinin ve medeniyetinin
cazibedar sefahat ve uyutucu lezzetli zehirleriyle ifsat et-
mek ile, mabeynlerinde tesanüdü kırmak ve üstatlarını
ihanetlerle çürütmek ve mesleklerini fennin, felsefenin ba-
zı düsturlarıyla nazarlarından sukut ettirmektir ki, nakşî-
lere ve ehl-i tarikate karşı istimal ettikleri aynı silâh ile biz-
lere hücum ettiler; fakat, aldandılar. Çünkü,
Risale-i
Nur’un meslek-i esası, ihlâs-ı tam ve terk-i enaniyet ve
zahmetlerde rahmeti ve elemlerde bâkî lezzetleri hissedip
aramak ve fânî ayn-ı lezzet-i sefihânede elîm elemleri gös-
termek ve imanın bu dünyada dahi hadsiz lezzetlere me-
dar olmasını ve hiç bir felsefenin eli yetişmediği noktala-
rı ve hakikatleri ders vermek olduğundan, onların plânla-
rını inşaallah tam akim bırakacak ve meslek-i Risale-i Nur
ise tarikatlere kıyas edilmez
diye onları susturacak.
BirLâtife
: Bu sabah, yanımdaki jandarma koğuşun-
dan biri beni çağırdı; pencereye çıktım.
dedi: “Bizim kapımız kendi kendine kapandı; ne yapı-
yoruz, açılmıyor.”
Ben de dedim: “size işarettir ki, nöbettar olduğunuz ve
üstlerinden kapı kapattığınız adamlar içinde sizin gibi
masumlar var. Hatta, on seneden beri görmediğim bir
Şualar | 489 |
o
n
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
ma.
kusurat:
kusurlar, noksanlıklar,
eksiklikler, özürler.
lâtife:
güzel ve hoş nükte, şaka.
mabeyn:
ara.
maddiyyun:
maddenin ezelî ve
ebedî olduğuna, sonradan yaratıl-
mamış bulunduğuna inananlar,
maddeye bağlı kalanlar, madde-
ciler, materyalistler.
masum:
suçsuz, günahsız, saf, te-
miz.
medar:
sebep, vesile.
medeniyet:
bir topluluğun hayat
tarzı, bilgi seviyesi, sanat gücü,
maddî ve manevî varlığı ile ilgili
vasıfların tamamı.
meslek:
gidiş, tutulan yol, sistem.
meslek-i esas:
esas meslek.
meslek-i risale-i Nur:
Risale-i Nur
mesleği, Risale-i Nur yolu, Risale-i
Nur tarzı.
müntesip:
intisap etmiş, bağlanmış,
mensup.
Nakşî:
Hz. Şah-ı Nakşibend’in kur-
duğu tarikat ve bu tarikata mensup
olan.
nazar:
bakış, fikir.
nöbettar:
nöbetçi, nöbet tutan.
plân:
bir şeyi gerçekleştirmek için
yapılan düzenleme.
rahmet:
şefkat etmek, merhamet
etmek, esirgemek.
salisen:
üçüncü olarak.
saniyen:
ikinci derecede, ikinci
olarak.
sefahat:
zevk, eğlence ve yasak
şeylere düşkünlük, sefihlik.
sükût:
değerden düşme, değerini
yitirme.
tarikat:
aynı dinden olmakla bir-
likte, bazı İlâhî hakikatlere varma
ve Allah’a vasıl olma yolunda farklı
görüş taşıyanların meydana ge-
tirdiği topluluk.
terk-i enaniyet:
benlik ve enani-
yetten vazgeçme.
tesanüt:
dayanışma, birbirine da-
yanma ve destek olma.
teşhir:
gösterme, sergileme.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, meşakkat.
akim:
neticesiz, sonu yok, ba-
şarısız.
ayn-ı lezzet-i sefihâne:
sefa-
hatten alınan zevkin, lezzetin
kendisi.
bâkî:
ebedî, daimî, sürekli ve
kalıcı olan.
cazibedar:
çekici, cazibeli.
düstur:
kanun, kural, esas,
prensip.
ehl-i tarikat:
tarikat ehli, kal-
bini dünyanın fani işlerinden
ayırıp, Allah sevgisi ile bağlayan
kimseler.
elem:
dert, üzüntü, maddî-
manevî ıztırap.
elîm:
şiddetli, çok dert ve keder
veren.
erkân:
rükünler, esaslar.
fânî:
ölümlü, geçici.
felsefe:
madde ve hayatı baş-
langıç ve gaye bakımından in-
celeyen ilim.
fen:
tecrübî, ispatla meydana
gelmiş ilimlere verilen genel
ad.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat:
gerçek, esas.
hücum:
saldırma.
ifsat:
fesada uğratma, bozma,
düzensizlik meydana getirme.
ihanet:
hainlik, kötülük etme,
arkadan vurma.
ihlâs-ı tam:
tam ihlâs, yaptığı
her işinde Allah’ın emrini ve
rızasını gözetme, dünyevî veya
uhrevî hiç bir karşılık bekle-
meme.
iman:
inanç, itikat.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’
manasında kullanılan bir dua.
istimal:
kullanma.
kıyas:
bir şeyi başka bir şeye
benzeterek hüküm verme, bu
yolda verilen hüküm, bir tut-