sizden ziyade alâkadar olan ve şahs-ı manevînizden him-
met ve medet ve sebat ve metanet ve şefaat bekleyen kar-
deşiniz
Said Nursî
* * *
Bu hâdise tesiriyle ben kendimi masum kardeşlerime
rıza-i kalb ile feda etmeye kat’î azmücezim ettiğim ve ça-
resini fikren aradığım vakitte,
Celcelûtiye
’yi okudum. Bir-
den hatıra geldi ki, İmam-ı Ali radıyallahü Anh, “Yâ rab!
emân ver” diye dua etmiş; inşaallah o duanın sırrıyla se-
lâmete çıkarsınız.
evet Hazret-i Ali radıyallahü Anh, kaside-i
Celcelûti-
ye’
de iki suretle risale-i nur’dan haber verdiği gibi,
Aye-
tü’l-Kübra
risalesine işareten,
(1)
r
ân
én
Ø r
dG n
øp
e »
u
æ p
en
G …'
ôr
Ño
µ
r
dG p
ân
`j'
’r
Ép
Hn
h
der. Bu işarette ima
eder ki,
Ayetü’l-Kübra
yüzünden ehemmiyetli bir musibet
risale-i nur talebelerine gelecek ve
Ayetü’l-Kübra
hakkı
için o
r
ân
én
a
ve “musibetten şakirtlerine emân ver” diye
niyaz eder, o risaleyi ve menbaını şefaatçi yapar. evet,
Ayetü’l-Kübra
risalesinin tab’ı bahanesiyle gelen musibet,
aynen o remz-i gaybîyi tasdik etti.
Hem o kasidede, risale-i nur’un mühim eczalarına,
tertibiyle işaretlerin hatimesinde, mukabil sahifede der:
alâkadar:
ilgili, ilişkili, münasebetli,
bağlı.
azmücezim:
kesin karar ve niyet.
bahane:
yalandan özür, asıl sebebi
gizlemek için ileri sürülen uydurma
sebep.
Celcelûtiye:
Peygamberimiz Re-
sul-i Ekrem’in (a.s.m.) derslerine
istinaden, aslı cifir ve ebcet hesabı
ile alâkalı olarak Hz. Ali (r.a.) tara-
fından telif edilen Süryanîce bir
kasidedir.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ecza:
cüz’ler, parçalar, kısımlar.
ehemmiyetli:
önemli.
emân:
eminlik, korkusuzluk.
feda:
gözden çıkarma, uğruna ver-
me.
fikren:
fikir ile, düşünerek, zih-
nen.
hâdise:
olay.
hatime:
son, nihayet, bitiş.
himmet:
yardım, ihsan, lütuf.
ima:
dolaylı, üstü kapalı ifade
etme.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’ ma-
nasında kullanılan bir dua.
işareten:
işaret ederek, belirte-
rek.
kaside:
belli bir amaçla yazılmış
divan şiiri ve bu şiirin nazım şekli.
kaside-i Celcelûtiye:
Hz. İmam-ı
Ali’nin Hz. Peygamberin derslerine
istinaden kaleme aldığı ve aslı cifir
ve ebcet hesabı ile alâkalı olarak
telif edilen Süryanîce kaside.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddüde
mahal bırakmayan.
masum:
suçsuz, günahsız, saf, te-
miz.
medet:
inayet, yardım, imdat.
menba:
kaynak.
metanet:
metin olma, dayanıklılık,
sağlamlık.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
mukabil:
karşı karşıya gelen, bir
şeyin karşısında bulunan.
musibet:
felâket, belâ.
niyaz:
yalvarma, yakarma.
rab:
yaratan, büyüten, terbiye
eden.
radıyallahü anh:
Sahabe veya İs-
lâm büyüklerinin adı geçtiğinde
söylenilen “Allah ondan razı olsun”
manasında dua. Tek erkek için
söylenir.
radıyallahü anh:
Sahabe veya İs-
lâm büyüklerinin adı geçtiğinde
söylenilen “Allah ondan razı olsun”
manasında dua. Tek erkek için
söylenir.
remz-i gaybî:
gaybî işaret, ile-
ride olacak şeylerle ilgili işa-
ret.
rıza-i kalp:
kalbin razılığı, kalp
hoşnutluğu.
sahife:
sayfa.
şahs-ı manevî:
manevî şahıs;
belli bir şahıs olmayıp, kendi-
sine bir şahıs gibi muamele
edilen şirket, cemaat, cemiyet
gibi ortaklıklar; belli bir kişi ol-
mayıp bir cemaatten meydana
gelen manevî şahıs.
şakirt:
talebe, öğrenci.
sebat:
kararlı olma, kararından
vazgeçmeme, azimlilik.
şefaat:
birinden başkasının ku-
surlarının veya suçunun ba-
ğışlanmasını dileme.
selâmet:
salimlik, eminlik; sı-
kıntı, korku ve endişeden uzak
olma.
sır:
gizli hakikat.
suret:
biçim, şekil, tarz.
tab:
kitap basma, kitap baskısı,
baskı.
talebe:
talep eden, öğrenci.
tasdik:
bir şeyin veya kimsenin
doğruluğuna kesin olarak hük-
metme.
tertip:
dizme, sıralama, düzene
koyma.
tesir:
etki.
yâ rab:
Ey Allah!.
ziyade:
çok, fazla.
1.
Yâ Rab! Ayetü’l-Kübra hürmetine beni kurtar, emân ve emniyet ver.
o
n
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
| 482 | Şualar