Şualar - page 483

Én
¡«/
æn
©n
e r
?u
?n
Mn
h @ Én
¡° s
UGn
ƒn
N r
™n
ªr
LÉn
a p
Qƒt
ædG o
±ho
ôo
M n
?r
?p
Jn
h
r
ân
ªu
ªo
J o
ôr
«n
î r
dG Én
¡p
H
Yani, “
İşte Risale-i Nur’un sözleri, hurufları ki, onlara
işaretler eyledik. Sen onların hassalarını topla ve mana-
larını tahkik eyle. Bütün hayır ve saadet, onlarla tamam
olur
” der. “Hurufların manalarını tahkik et” karinesiyle,
manayı ifade etmeyen hecaî harfler murat olmayıp, bel-
ki “kelimeler” manasındaki
Sözler
namıyla risaleler
murattır.
(2)
Én
fr
É n
£r
Nn
G r
hn
G BÉ n
æ«°/
ùn
f r
¿p
G BÉ n
`fr
òp
NGnD
ƒo
J n
’ Én
æ s
`Hn
Q
(1)
@ *G s
’p
G n
Ö r
«n
¨ r
dG o
º n
? r
©n
j n
Said Nursî
* * *
Aziz, Sıddık Kardeşim Re’fet Bey!
senin âlimâne suallerin risale-i nur’un Mektubat kıs-
mında çok ehemmiyetli hakikatlerin anahtarları olmasın-
dan, senin suallerine karşı lâkayt kalamıyorum. Bunun kı-
sa cevabı şudur:
Madem Kur’ân bir hutbe-i ezeliyedir, nev-i beşerin
umum tabakatıyla ve ehl-i ibadetin bütün taifeleriyle ko-
nuşur; elbette onlara göre müteaddit manaları ve küllî ma-
nasının çok mertebeleri bulunacak
. Bazı müfessirler, yal-
nız en umumî veya en sarih veya vacip veya bir sünnet-i
müekkedeyi ifade eden manayı tercih eder. Meselâ,
Şualar | 483 |
o
n
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
lar.
saadet:
mutluluk.
sarih:
açık, aşikâr.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz kabulle-
nen.
sual:
soru.
sünnet-i müekkede:
müekket
sünnet, kuvvetli sünnet; Hz. Pey-
gamberin (a.s.m.) hemen hemen
devamlı olarak yerine getirdiği
ibadetler.
tabakat:
tabakalar.
tahkik:
doğru olup olmadığını araş-
tırmak, inandığı şeylerin aslını, esa-
sını bilerek inanma.
taife:
bölük, takım, güruh, fırka.
umum:
bütün.
umumî:
herkesle ilgili, genel.
vacip:
dinî bakımdan yapılması
şart olan, kesinlik bakımından farz-
dan sonra gelen.
âlimâne:
bilerek, bilene yakışır
tarzda.
aziz:
muhterem, saygın.
ehemmiyetli:
önemli.
ehl-i ibadet:
ibadet ehli, Allah’a
kulluğu tam olarak yapanlar.
hakikat:
gerçek, esas.
hassa:
bir kimseye, ya da bir
şeye özel olan nitelik.
hecaî:
hece vezni ile ilgili, he-
ceye ait.
huruf:
harfler.
hutbe-i ezeliye:
ezelî hutbe,
Kur’ân-ı Kerîm.
karine:
karışık veya belirsiz
bir şeyin anlaşılmasına, çözül-
mesine yarayan hâl, ipucu.
küllî:
umumî, genel, bütün
olan.
lâkayt:
kayıtsız, ilgisiz.
madem:
...den dolayı, böyle
ise.
mertebe:
derece, basamak.
meselâ:
örneğin.
müfessir:
Kur’ân-ı Kerîm’in
metnini tefsir, şerh ve izah
eden İslâm âlimi.
müteaddit:
çeşitli, bir çok.
nam:
ad, isim.
nev-i beşer:
insanoğlu, insan-
1.
Gaybı Allah’tan başka kimse bilemez.
2.
Ey Rabbimiz! Unutur veya bir hataya düşer de bir kusur işlersek bizi onunla hesaba çek-
me. (Bakara Suresi: 286.)
1...,473,474,475,476,477,478,479,480,481,482 484,485,486,487,488,489,490,491,492,493,...1581
Powered by FlippingBook