Bana ait bu faydalar gibi, hem uhuvvetimizin, hem risa-
le-i nur’un, hem ramazan’ımızın, hem sizin bu yüzde öy-
le faydaları var ki, perde açılsa, “Yâ rabbena, şükür! Bu
kaza ve kader-i İlâhî, hakkımızda bir inayettir” dedirtecek
kanaatim var. Hâdiseye sebebiyet verenlere itap etmeyi-
niz. Bu musibetin geniş ve dehşetli plânı çoktan kurul-
muştu, fakat manen pek çok hafif geldi. İnşaallah çabuk
geçer.
(1)
r
ºo
µ
n
d l
ôr
«`n
N n
ƒo
gn
h Ék
Ä`r
«°n
T Gƒo
gn
ôr
µ
n
J r
¿
n
G =
? '
ùn
Y
sırrıyla,
müteessir olmayınız.
Said Nursî
* * *
Aziz Kardeşlerim!
Yakınınızda bulunmakla çok bahtiyarım. sizin hayali-
nizle ara sıra konuşurum, müteselli olurum. Biliniz ki,
mümkün olsaydı, bütün sıkıntılarınızı kemal-i iftihar ve se-
vinçle çekerdim. Ben, sizin yüzünüzden Isparta’yı ve ha-
valisini taşıyla, toprağıyla seviyorum. Hatta diyorum ve
resmen de diyeceğim: Isparta hükûmeti bana ceza verse,
başka bir vilâyet beni beraat ettirse, yine burayı tercih
ederim.
evet, ben üç cihetle Ispartalıyım. gerçi tarihçe ispat
edemiyorum; fakat kanaatim var ki, İsparit nahiyesinde
dünyaya gelen said’in aslı buradan gitmiş. Hem Isparta
vilâyeti öyle hakikî kardeşleri bana vermiş ki, değil Abdül-
mecid ve Abdurrahman, belki said’i onların her birisine
maalmemnuniye feda eylerim.
aziz:
muhterem, saygın.
bahtiyar:
bahtlı, tâli’li, mes’ut ,
mutlu.
beraat:
temize çıkma; bir davanın
neticesinde suçsuz olduğu anla-
şılma.
ceza:
kanunların ihlâlinde uygu-
lanan müeyyide.
cihet:
yön, sebep, vesile.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
feda:
gözden çıkarma, uğruna ver-
me.
gerçi:
öyle ise de, her ne kadar.
hâdise:
olay.
hakikî:
gerçek.
havali:
bölge, etraf, çevre, civar.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’ ma-
nasında kullanılan bir dua.
ispat:
doğruyu delillerle göster-
me.
itap:
azarlama, tersleme, paylama,
rencide etme.
kader-i İlâhî:
İlâhî kader, Allah’ın
kader kanunu.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
kaza:
olacağı Cenab-ı Hak ta-
rafından bilinen ve takdir olu-
nan şeylerin zamanı gelince
yaratması.
kemal-i iftihar:
övünmenin
son derecesi, tam manasıyla
iftihar etmek.
maalmemnuniye:
memnuni-
yetle, memnunlukla, seve seve.
manen:
mana bakımından,
manaca.
musibet:
felâket, belâ.
müteessir:
teessüre kapılan,
hisleriyle oynanmış, üzülmüş,
hüzünlü, kederli, mahzun.
müteselli:
teselli bulan, avu-
nan, acıyı unutur gibi olan,
üzüntüsü dağılan.
nahiye:
bölge, küçük yer.
plân:
bir şeyi gerçekleştirmek
için yapılan düzenleme.
resmen:
resmî olarak, resmî
bir şekilde.
sebebiyet:
sebep olma, icap
ettirme, gerektirme.
sır:
gizli hakikat.
şükür:
Allah’ın nimetlerine kar-
şı memnunluk gösterme, gerek
dil ile gerekse hâl ile Allah’ı
hamd etme.
uhuvvet:
kardeşlik, din kar-
deşliği.
vilâyet:
il.
yâ rabbena:
ey bizim Rabbi-
miz!
1.
Bazen de sevmediğiniz şey, hakkınızda hayırlı olabilir. (Bakara Suresi: 216.)
o
n
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
| 478 | Şualar