vakit, benim arzu ettiğim yeni harfler ile
Miftahü’l-İman
mecmuası yerine
Ayetü’l-Kübra
muvafakatim olmadan
tab olması ve nüshaları gelmesi hükûmete aksetmiş, iki
mesele birbiriyle karıştırılmış. güya, kanun-i Medeniye-
ye karşı o Beşinci Şua tab edilmiş diye, ehl-i garaz, bir
habbeyi yüz kubbe yaparak gadren bizleri şu çilehaneye
soktu. Fakat kader-i İlâhî ise, menfaatimiz için buraya
sevk etti ve eski zamanlarda ihtiyârî çilehanelerin sevap
noktasında çok fevkinde sevaptar etmek sırrıyla, bizi, ih-
lâs dersini tam almak ve hakikaten kıymetsiz olan dünya
umuruna karşı alâkalarımızı tadil etmek için yine Medre-
se-i Yusufiyeye çağırdı.
ehl-i dünya evhamına karşı deriz:
Yedinci Şua baştan aşağıya kadar imandır; aldanmış-
sınız. Ve gayet mahrem tutulan ve şiddetli taharrilerde
bizde bulunmayan ve aslı yirmi sene evvel yazılan Beşin-
ci Şua bütün bütün ayrıdır. Biz, bunun değil tab’ına, bel-
ki bu zamanda hiç kimseye göstermesine razı olmamak-
la beraber, orada doğru çıkmış bir ihbar-ı gaybîdir; mü-
bareze etmiyor.
* * *
(1)
o
¬n
fÉ n
ër
Ñ° o
S /
¬ p
ª° r
SÉp
H
Bayramınızı tekrar tebrikle beraber, sureten görüşe-
mediğimize teessüf etmeyiniz. Bizler hakikaten daima
beraberiz.
Ebed yolunda da, inşaallah, bu beraberlik
akis:
yansıma.
alâka:
ilgi, ilişki. bağ.
arzu:
bir şeye karşı duyulan istek,
heves.
çilehane:
çile yeri, çile çekilen yer.
ebed:
sonu olmayan gelecek za-
man, sonsuzluk, daimîlik.
ehl-i dünya:
dünyaya bağlı, dünya
adamı, ahireti düşünmeyen.
ehl-i garaz:
kin ve düşmanlık gü-
denler, kötü niyet taşıyanlar.
evham:
vehimler, zanlar, kuşkular,
esassız şeyler, kuruntular.
evvel:
önce.
fevkinde:
üstünde.
gadren:
gadir ile, zulüm, haksızlık
ve merhametsizlik ile.
gayet:
son derece.
güya:
sanki, sözde.
habbe:
tane.
hakikaten:
hakikat olarak, doğrusu,
gerçekten.
ihbar-ı gaybî:
gayba ait haber,
geçmiş veya gelecek zamana ait
haber.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli başka
bir karşılık beklemeksizin, sırf Allah
rızası için yapma.
ihtiyarî:
kendi isteğiyle, seçerek.
iman:
inanç, itikat.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’ ma-
nasında kullanılan bir dua.
kader-i İlâhî:
İlâhî kader, Allah’ın
kader kanunu.
Kanun-i Medeniye:
Medenî Ka-
nun.
kıymet:
değer.
kubbe:
gökyüzü, sema.
mahrem:
herkesçe bilinmemesi
gereken, gizli.
mecmua:
çeşitli kişilere ait veya
çeşitli konularla ilgili yazı veya şi-
irlerin toplanmasından meydana
gelen kitap.
Medrese-i Yusufiye:
Yusuf’un
medresesi, Hz. Yusuf’un (a.s.)
iftira, haksızlık ve zulüm ile
hapiste kalmasından kinaye
olarak, iman ve Kur’ân’a hiz-
metinden dolayı tevkif edilen-
lerin hapsedildiği yer mana-
sında, hapishane.
menfaat:
fayda.
mesele:
önemli konu.
mübareze:
çatışma, kavga.
muvafakat:
razı olma, müsaa-
de etme, kabul etme.
nüsha:
birbirinin aynı olan su-
retlerin her biri.
razı:
rıza gösteren, kabul eden,
hoşnut olan.
sevap:
hayırlı bir işe karşı Allah
tarafından verilen mükâfat; se-
vap.
sevaptar:
sevaplı.
sevk:
önüne katıp sürme, yö-
neltme.
sır:
gizli hakikat.
sureten:
suret olarak, görünüş
itibarıyla, şekilce, şekil olarak.
tab:
kitap basma, kitap baskısı,
baskı.
tadil:
doğrultma, düzeltme.
taharri:
arama, araştırma, in-
celeme, tahkik etme.
teessüf:
üzülme, eseflenme,
bir şeyin tesirini hissetme, acı
duyma.
umur:
işler, şeyler.
1.
Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.
o
n
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
| 480 | Şualar