bedel, yüz binler vatandaşa, her birisine milyonlar sene
uhrevî hayatı kazandırmaya vesile olan risale-i nur, o za-
yiatın yerine binler derece iş görmüş. eğer o teklifi ben
kabul etseydim, hiçbir şeye alet olamayan ve tâbi olma-
yan ve sırr-ı ihlâsı taşıyan risale-i nur meydana gelmez-
di. Hatta ben, hapiste muhterem kardeşlerime demiştim,
“eğer Ankara’ya gönderilen risale-i nur’un şiddetli to-
katları için beni idama mahkûm eden zatlar, risale-i nur
ile imanlarını kurtarıp idam-ı ebedîden necat bulsalar, siz
şahit olunuz, ben onları da ruh u canımla helâl ederim.”
Beraatimizden sonra denizli’de beni tarassutla taciz
edenlere ve büyük âmirlerine ve polis müdürüyle müfet-
tişlere dedim: “risale-i nur’un kabil-i inkâr olmayan bir
kerametidir ki, yirmi sene mazlumiyet hayatımda, yüzer
risale ve mektuplarımda ve binler şakirtlerde hiçbir cere-
yan, hiçbir cemiyet ile ve dahilî ve haricî hiçbir komite ile
hiçbir vesika, hiçbir alâka, dokuz ay tetkikatta bulunma-
masıdır. Hiçbir fikrin ve tedbirin haddi midir ki, bu hari-
ka vaziyeti versin? Bir tek adamın, bir kaç senedeki mah-
rem esrarı meydana çıksa, elbette onu mes’ul ve mahcup
edecek yirmi madde bulunacak. Madem hakikat budur;
ya diyeceksiniz ki, “pek harika ve mağlûp olmaz bir de-
ha bu işi çeviriyor” veya diyeceksiniz, “gayet inayetkârâ-
ne bir hıfz-ı İlâhîdir.” elbette böyle bir deha ile mübareze
etmek hatadır, millete ve vatana büyük bir zarardır; ve
böyle bir hıfz-ı İlâhî ve inayet-i rabbaniyeye karşı gelmek,
Firavunâne bir temerrüttür.
Şualar | 471 |
o
n
i
kinci
Ş
ua
me, yenilmiş olma.
mahcup:
utanan, utanmış.
mahkûm:
bir mahkemece hüküm
giymiş, hükümlü.
mahrem:
herkesçe bilinmemesi
gereken, gizli.
mazlumiyet:
mazlumluk, zulüm
görmüşlük.
mes’ul:
yaptığı işlerden hesap
vermeye mecbur olan, sorumlu.
mübareze:
çatışma, kavga.
muhterem:
saygı değer, hürmete
lâyık, saygın.
necat:
kurtuluş, kurtulma, halâs,
selâmet.
ruh u cân:
ruh ve can; ruh ve
canla.
şakirt:
talebe, öğrenci.
sırr-ı ihlâs:
ihlâs sırrı, samimiyet
ve doğruluğun sırrı.
tâbi:
boyun eğen, uyan, itaat eden.
taciz:
rahatsız etme, huzursuz kıl-
ma, sıkma.
tarassut:
gözetme, gözleme, gözle
takip etme, dikkatle bakma.
tedbir:
önlem, yol, çare.
temerrüt:
inat etme, karşı koyma,
hakkı kabulde direnme, inatçılık,
dik başlılık.
tetkikat:
araştırmalar, inceleme-
ler.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete ait,
ahiret âlemiyle ilgili.
vatandaş:
bir devlet tebaasından
olan, yurttaş.
vaziyet:
durum.
vesika:
inanılacak, dayanılacak,
güvenilecek sağlam delil, hüccet,
belge.
vesile:
aracı, vasıta.
zat:
kişi, şahıs.
zayiat:
kayıplar, yitikler.
alâka:
ilgi, ilişki, yakınlık.
amir:
emreden, iş gösteren,
buyuran, buyurucu.
bedel:
karşılık.
beraat:
temize çıkma; bir da-
vanın neticesinde suçsuz ol-
duğu anlaşılma.
cemiyet:
topluluk, birlik.
cereyan:
akma, bir tarafa doğ-
ru akış.
dahilî:
içe ait, içe dönük, iç ile
ilgili.
deha:
olağanüstü zekâ sahibi
kimse.
esrar:
sırlar, gizli hakikatler.
Firavunâne:
firavunca, dinsizce,
alçakça.
gayet:
son derece.
hakikat:
gerçek, esas.
hâricî:
dışa ait, dışla ilgili.
harika:
olağanüstü.
hıfz-ı İlâhî:
Allah’ın koruması.
idam-ı ebedî:
dirilmemek üze-
re yok oluş, ahiret inancı ol-
madığı için ölümü ebedî yok-
luğa gitmek olarak görme.
iman:
inanma, itikat.
inayet-i rabbanîye:
Allah’ın
inayeti; Cenab-ı Hakkın mah-
lûkatın terbiye, tedbir ve ida-
resinde onlara yapmış olduğu
lütuflar, himayeler, yardımlar.
inayetkârâne:
lütuf ve hima-
yede bulunana yakışır surette,
yardım edene yakışır şekilde.
kabil-i inkâr:
inkârı mümkün,
inkâr edilebilir.
keramet:
ermişçesine yapılan
iş, hareket veya söylenen söz,
fikir.
komite:
kötü bir maksat için
toplanmış gizli cemiyet.
madem:
... -den dolayı, böyle
ise.
mağlûp:
boyun eğme, yenil-