zındıkların kütüphanelerinizdeki eserlerine, kitaplarına ve
serbest okumalarına ve o kitapların şakirtleri, kanununuz-
ca cemiyet şeklini almalarıyla beraber, dinsizlik veya ko-
münistlik veya anarşistlik veya pek eski ifsat komitecilik
veya menfi turancılık gibi siyasetinize muhalif cemiyet-
lerine ilişmiyordunuz. neden hiçbir siyasetle alâkaları ol-
mayan ve yalnız iman ve kur’ân cadde-i kübrasında gi-
den ve kendilerini ve vatandaşlarını idam-ı ebedîden ve
haps-i münferitten kurtarmak için kur’ân’ın hakikî tefsi-
ri olan risale-i nur gibi gayet hak ve hakikat bir eseri oku-
yanlara ve hiç bir siyasî cemiyetle münasebeti olmayan o
halis dindarların birbiriyle uhrevî dostluk ve uhuvvetleri-
ne cemiyet namı verip ilişmişsiniz; onları pek acip bir ka-
nunla mahkûm ettiniz ve etmek istediniz?” dedikleri za-
man ne cevap vereceksiniz? Biz de sizlerden soruyoruz.
Ve sizi iğfal eden ve adliyeyi şaşırtan ve hükûmeti bizim-
le vatana ve millete zararlı bir surette meşgul eyleyen mu-
arızlarımız olan zındıklar ve münafıklar, istibdad-ı mutla-
ka “cumhuriyet” namı vermekle, irtidad-ı mutlakı rejim
altına almakla, sefahat-i mutlaka “medeniyet” ismi ver-
mekle, cebr-i keyfî-i küfrîye “kanun” ismini takmakla,
hem sizi iğfal, hem hükûmeti işgal, hem bizi perişan ede-
rek, hâkimiyet-i İslâmiyeye ve millete ve vatana ecnebi
hesabına darbeler vuruyorlar.
ey efendiler!
dört senede dört defa dehşetli zelzeleler, tam tamına
dört defa risale-i nur şakirtlerine şiddetli bir surette
Şualar | 467 |
o
n
i
kinci
Ş
ua
iman:
inanma, itikat.
irtidad-ı mutlak:
tam dinsizlik, di-
nin bütün kaidelerini red ve terk
etme.
işgal:
meşgul etme, işten alıkoyma,
uğraştırma.
istibdat-ı mutlak:
hiç bir hak ve
hürriyeti tanımayan tam baskı,
tam diktatörlük.
kanun:
yasa.
komite:
kötü bir maksat için top-
lanmış gizli cemiyet.
komünizm:
bütün malların ortak-
laşa kullanıldığı ve özel mülkiyetin
olmadığı iddiasında bulunan dü-
zen.
mahkûm:
bir mahkemece hüküm
giymiş, hükümlü.
medeniyet:
medenîlik, şehirlilik,
uygarlık.
menfi:
olumsuz, müspet olma-
yan.
meşgul:
bir işle uğraşan, işgal
eden.
muarız:
muhalefet eden, karşı
çıkan, muhalif.
muhalif:
zıt, karşıt.
münafık:
kalbinde küfrü gizlediği
hâlde Müslüman görünen, kâfirliğini
gizleyerek Müslüman gibi davra-
nan.
münasebet:
ilişki, alâka.
nam:
ad, isim.
rejim:
idarede tutulan yol, yönet-
me tarzı, düzenleme biçimi.
şakirt:
talebe, öğrenci.
sefahat-i mutlaka:
nefsin kötü
arzularına mutlak surette uyma.
siyasî:
siyasetle ilgili, siyasete ait.
suret:
biçim, tarz, görünüş.
tefsir:
Kur’ân’ın mana bakımından
izahı, Kur’ân’ın şerhi.
Turan:
bütün Türklerin ve Turan
kavimlerinin birleşmesiyle mey-
dana gelecek büyük devlet.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete ait,
ahiret âlemiyle ilgili.
uhuvvet:
kardeşlik, din kardeşli-
ği.
zelzele:
yer sarsıntısı, deprem.
zındık:
Allah’a ve ahirete inan-
mayan, Allah’ı inkâr eden, imansız,
münkir.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
adliye:
mahkeme, yargılama
işleriyle uğraşan daire.
alâka:
ilgi, ilişki, yakınlık.
anarşist:
hiçbir düzen ve oto-
rite tanımayan, karışıklık ve
bozgunculuktan yana olan, on-
dan fayda uman kimse.
cadde-i kübra:
En selâmetli
yol, Kur’ân yolu; Sahabe ve
Peygamber vârisi olan büyük
zatların, müçtehitlerin yolu.
cebr-i keyfî-i küfrî:
keyfî ola-
rak küfre zorlama, kanun ve
adalete aykırı küfrî bir baskı
yapma.
cemiyet:
topluluk, birlik.
cumhuriyet:
halk yönetimi.
darbe:
kuvvet kullanmak su-
retiyle yapılan iktidar değişik-
liği.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
dindar:
dinî kaidelere hakkıyla
riayet eden, dininin emirlerini
yerine getiren, mütedeyyin.
ecnebi:
yabancı, başka millet-
ten olan.
gayet:
son derece.
hak:
doğru, gerçek, hakikat.
hakikat:
gerçek, esas.
hakikî:
gerçek.
hâkimiyet-i İslâmiye:
İslâmın
hâkimliği, İslâmiyetin hâkim
olması.
halis:
saf, samimî.
haps-i münferit:
ehl-i dalâlet
için ölüm ve kabir.
idam-ı ebedî:
dirilmemek üze-
re yok oluş, ahiret inancı ol-
madığı için ölümü ebedî yok-
luğa gitmek olarak görme.
ifsat:
karıştırma, karışıklık çı-
karma.
iğfal:
yanıltma, gaflete düşü-
rerek kandırma, aldatma.