bir cümlesini tutup, o cümleyi tadil ve neticeyi beyan eden
ahirini almayarak, aleyhimizde verilmektedir. takdim
edeceğim müdafaanamemde, o iddianameye karşı mu-
kayese edildiğinde bunun otuz-kırk misali görülecektir. Bu
numunelerden lâtif bir vakıayı beyan ediyorum:
eskişehir Mahkemesinde makam-ı iddianın nasılsa bir
sehiv neticesi, risale-i nur’un iman derslerine “Halkları
ifsat ediyor” gibi bir tabir ve sonradan o tabirden vazgeç-
tiği hâlde, risale-i nur Şakirtlerinden Abdürrezzak namın-
da bir zat mahkemeden bir sene sonra demiş:
“Hey bedbaht! otuz üç âyât-ı kur’âniye işaratının tak-
dirine mazhar ve İmam-ı Ali’nin (
rA
) üç kerametinin ih-
bar-ı gaybîsiyle ve gavs-ı Azam’ın (
ks
) kuvvetli bir tarzda
ihbarıyla kıymet-i diniyesi tahakkuk eden ve bu yirmi se-
ne zarfında idareye hiç bir zararı dokunmayan ve hiç kim-
seye hiç bir zarar vermemesi ile beraber binler vatan ev-
lâdını tenvir ve irşat eden ve imanlarını kuvvetlendiren ve
ahlâklarını düzelten risale-i nur’un irşatlarına ‘ifsat’ di-
yorsun. Allah’tan korkmuyorsun, dilin kurusun!” demiş.
Şimdi, bu şakirdin haklı olarak bu sözünü makam-ı id-
dia gördüğü hâlde, “said, etrafına fesat saçmış” tabirini
insafınıza ve vicdanınıza havale ediyorum.
Makam-ı iddia, risale-i nur’un içtimaî derslerine iliş-
mek fikriyle, “dinin tahtı ve makamı, vicdandır; hükme,
ahir:
son.
ahlâk:
huylar, tabiatlar.
aleyh:
karşı, karşıt.
ayat-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın ayet-
leri.
bedbaht:
bahtsız, talihsiz, zavallı.
beyan etmek:
açıklamak, bildir-
mek, izah etmek.
evlât:
veletler, çocuklar.
fesat:
bozukluk, karışıklık, nifak.
halk:
belli bir bölgede yaşayanlar
topluluğu, ahali.
havale:
bir şeyi başkasının üstüne
bırakma.
hüküm:
karar, emir, hakîmiyet.
içtimaî:
toplumla alâkalı, cemiyete
ait, sosyal.
idare:
bir kuruluşun işlerini yürü-
tenlerin hepsi, yönetici topluluk.
iddianame:
iddia yazısı, savcının
bir dava konusundaki iddialarını
toplamış olduğu, isnat ettiği suç
ve delilleri de içine alan yazısı.
ifsat:
fesada uğratma, bozma, dü-
zensizlik meydana getirme.
ihbar:
haber verme, bildirme, an-
latma, duyurma.
ihbar-ı gaybî:
gayba ait haber,
geçmiş veya gelecek zamana ait
haber.
iman:
inanç, itikat.
irşat:
doğru yolu gösterme, gaf-
letten uyandırma.
işarat:
işaretler, alâmetler, belir-
tiler.
keramet:
Allah’ın velî kulla-
rında görülen olağanüstü hâller
veya tabiatüstü hâdiseler.
kıymet-i diniye:
dinî kıymet,
dinî değerler.
kuvvet:
güç, kudret.
lâtif:
güzel, hoş.
mahkeme:
hüküm yeri: da-
vaların görülüp hükme bağ-
landığı yer.
makam-ı iddia:
mahkemede
bir hakkın sabit olduğunu dava
eden (savcı).
mazhar:
nail olma, şereflen-
me.
misal:
benzer, örnek.
mukayese:
benzeterek veya
karşılaştırarak değerlendirme,
kıyas etme, kıyaslama.
müdafaaname:
müdafaa met-
ni, savunma mektubu, savun-
ma dilekçesi.
nam:
ad, isim.
numune:
örnek.
sehiv:
hata, yanlışlık.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tabir:
ifade, söz.
tadil:
doğrultma, düzeltme, as-
lına uygun şekilde değiştirme.
tahakkuk:
gerçekleşme, delil
ile ispat edilme, kesinleşme.
taht:
makam.
takdim:
arz etme, sunma.
takdir:
beğenme, beğendiğini
belirtme.
tarz:
biçim, şekil, suret.
tenvir:
nurlandırma, aydınlat-
ma, ışıklandırma.
vakıa:
vuku bulan, olan şey.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayrı
şerden ayırt etmeye yardımcı
olan ahlâkî duygu.
zarfında:
süresince.
zat:
kişi, şahıs.
o
n
i
kinci
Ş
ua
| 464 | Şualar