taarruz ve zulüm zamanlarına tevafuku ve her bir zelzele
dahi tam taarruz zamanında gelmesi ve hücumun durma-
sıyla zelzelenin durması işaretiyle, şimdiki mahkûmiyeti-
miz ile gelen semavî ve arzî belâlardan siz mes’ulsünüz.
Denizli hapishanesinde tecrid-i
mutlak ve haps-i münferitte mevkuf
Said Nursî
* * *
(1)
o
¬n
fÉn
ërÑ
°o
S
/
¬p
ª°r
SÉp
H
SONSÖZÜNBİRKISMI
Efendiler!
Şimdiki hayat-ı içtimaiyeyi bilemediğimden, makam-ı
iddianın gidişatına göre, sizce musammem mahkûmiye-
timize bir bahane olmak için, pek musırrâne ileri sürdü-
ğünüz cemiyetçilik ittihamına karşı pek çok kat’î cevap-
larımızı Ankara ehl-i vukufunun dahi müttefikan tasdikle-
riyle beraber, bu derece bu noktada ısrarınıza çok hayret
ve taaccüpte bulunurken, kalbime bu mana geldi:
Madem, hayat-ı içtimaiyenin bir temel taşı ve fıtrat-ı
beşeriyenin bir hacet-i zaruriyesi ve aile hayatından tâ ka-
bile ve millet ve İslâmiyet ve insaniyet hayatına kadar en
lüzumlu ve kuvvetli rabıta ve her insanın kâinatta gördü-
ğü ve tek başına mukabele edemediği medar-ı zarar
arzî:
dünyaya ait, dünya ile ilgili.
bahane:
yalandan özür, asıl sebebi
gizlemek için ileri sürülen uydurma
sebep.
belâ:
musibet, sıkıntı.
cemiyetçilik:
cemiyet taraftarlığı,
particilik, grupçuluk.
ehl-i vukuf:
bir mesele hakkında
bilgi ve yetki sahibi olanlar, hâ-
kimler.
fıtrat-ı beşeriye:
insanın yaratılışı,
insanın tabiatı.
gidişat:
olayların durumu, işlerin
gelişme biçimi, işlerin gidiş tarzı.
hacet-i zaruriye:
zorunlu ve gerekli
ihtiyaç.
haps-i münferit:
hapishanede bir
kişilik hücre.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal hayat,
toplum hayatı.
hücum:
saldırma.
insaniyet:
insanlık mahiyeti.
İslâmiyet:
Müslümanlık, semavî
dinlerin sonuncusu.
ısrar:
ayak direme.
ittiham:
suç altında bulunma, töh-
metli olma, töhmet altında olma.
kabile:
birlikte yaşayan ve bir sü-
lâleden gelen insanlar.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin
tamamı, bütün âlemler, varlıklar.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddüde
mahal bırakmayan.
madem:
... -den dolayı, böyle ise.
mahkûmiyet:
hüküm giyme, hü-
kümlülük.
makam-ı iddia:
mahkemede
bir hakkın sabit olduğunu dava
eden (savcı.
medar-ı zarar:
zarara sebep
olan.
mes’ul:
yaptığı işlerden hesap
vermeye mecbur olan, sorum-
lu.
mevkuf:
tevkif edilmiş, hap-
sedilmiş, tutuklu.
mukabele:
karşı gelme, karşı
koyma.
musammem:
kesin olarak ka-
rarı verilmiş, kararlaştırılmış.
musırrâne:
ısrar ve inatla, ısrarlı
bir şekilde.
müttefikan:
ittifak ederek, hep
beraber, birlikte.
rabıta:
münasebet, alâka, bağ.
semavî:
Allah tarafından olan,
İlâhî.
taaccüp:
şaşma, hayret etme,
şaşakalma.
taarruz:
saldırma, sataşma,
ilişme.
tasdik:
bir şeyin veya kimse-
nin doğruluğuna kesin olarak
hükmetme.
tecrid-i mutlak:
hiç kimse ile
görüşememek, hücre hapsi.
tevafuk:
uyma, uygunluk, bir-
birine denk gelme.
zelzele:
yer sarsıntısı, dep-
rem.
zulüm:
haksızlık.
1.
Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.
o
n
i
kinci
Ş
ua
| 468 | Şualar