kalboluyor; elbette biz, sabır ve şükürle tevekkül edip sü-
kût ederiz. zarar ile icbar ile sükûtumuzu bozdurmak ise;
insafa, adalete, gayret-i vataniyeye ve hamiyet-i milliye-
ye bütün bütün zıttır, muhaliftir.
Hülâsa-i kelâm
: ehl-i hükûmetin ve ehl-i siyasetin ve
ehl-i idarenin ve inzibatın ve adliye ve zabıtanın bizimle
uğraşacak hiçbir işleri yoktur. olsa olsa, dünyada hiçbir
hükûmetin müdafaa edemediği ve aklı başında hiçbir in-
sanın hoşlanmadığı küfr-i mutlak ve dehşetli bir taun-i be-
şerî ve maddiyyunluktan gelen zındıkanın taassubuyla, bir
kısım gizli zındıklar şeytanetiyle bazı resmî memurları al-
datarak evhamlandırıp, aleyhimize sevk etmek var. Biz
de deriz: değil böyle bir kaç vehhamı, belki dünyayı aley-
himize sevk etseler, kur’ân’ın kuvvetiyle, Allah’ın inaye-
tiyle kaçmayız; o irtidatkâr küfr-i mutlaka ve o zındıkaya
teslim-i silâh etmeyiz.
Said Nursî
®
Şualar | 475 |
o
n
i
kinci
Ş
ua
ve ebedî olduğuna, sonradan ya-
ratılmamış bulunduğuna inananlar,
maddeye bağlı kalanlar, madde-
ciler, materyalistler.
müdafaa:
savunma, koruma.
muhalif:
zıt, karşıt.
rahmet:
şefkat etmek, merhamet
etmek, esirgemek.
resmî:
devletin olan, devlete ait,
devletle ilgili.
sabır:
başa gelen üzücü olaylara,
belâ ve afetlere veya bir haksızlığa
katlanma, tahammül göstererek
Allah’a tevekkül edip sıkıntılara
göğüs germe.
sevk:
önüne katıp sürme, yönelt-
me.
şeytanet:
şeytanlık, kurnazlık, hi-
lekârlık, aldatıcılık.
şükür:
Allah’ın nimetlerine karşı
memnunluk gösterme, gerek dil
ile gerekse hal ile Allah’ı hamd
etme.
sükût:
susma, sessiz kalma.
taassup:
körü körüne bağlılık,
batılda ısrar etme.
taun-i beşerî:
insanla ilgili taun,
insana ait veba.
teslim-i silâh:
silâh bırakma, silâhını
teslim etme.
tevekkül:
bir işin gerçekleşmesi
için gereken çalışmayı ve çabayı
gösterip sebeplere başvurduktan
sonra işi Allah’a bırakma, neticeyi
ondan bilme, kadere razı olma.
vehham:
çok şüphe ve vesvese
eden, çok kuruntulu; vehimli, ku-
runtulu.
zabıta:
şehir güvenliğini sağlamakla
vazifeli bulunan idare, polis.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, meşakkat.
zındık:
Allah’a ve ahirete inan-
mayan, Allah’ı inkâr eden, imansız,
münkir.
zındıka:
dinsizlik, inançsızlık.
adalet:
her hak sahibine hak-
kının tam ve eksiksiz verilmesi,
düzenli ve dengeli oluş.
adliye:
mahkeme, yargılama
işleriyle uğraşan daire.
aleyh:
karşı, karşıt.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
ehl-i hükûmet:
hükümete
mensup kimseler, milleti idare
edenler.
ehl-i idare:
idare edenler, dev-
leti yönetenler.
ehl-i siyaset:
ülkenin idaresiyle
meşgul olanlar, siyaset adam-
ları, politikacılar.
evham:
vehimler, zanlar, kuş-
kular, esassız şeyler, kuruntu-
lar.
gayret-i vataniye:
vatana sa-
hip çıkma ve vatanı korumada
hassas olma, vatanı korumak
için çabalama.
hamiyet-i milliye:
millet için,
millî gayeler uğruna fedakâr-
lıkta bulunma, çalışma, gayret
etme.
hülâsa-i kelâm:
sözün hülâsası,
sözün özü, sözün kısası.
icbar:
zorlama, zorla ve isteği
dışında bir iş yaptırma, mecbur
etme, baskı.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
inzibat:
askerî polis.
irtidatkâr:
irtidat edici, dinden
çıkan, dini terk eden.
kabir:
mezar.
kalbolma:
bir hâlden diğer bir
hale geçme, dönüşme.
küfr-i mutlak:
kayıtsız şartsız
küfür, mutlak küfür, hiç bir
imanî hükmü, delili, hakikati
kabul etmeme, kesin ve tam
bir inkâr.
kuvvet:
güç, kudret.
maddiyyun:
maddenin ezelî