göremiyorum ve hususî her birinizle görüşmüyorum; fa-
kat ben, ekser vakitler, dua içinde her birinizle bazen is-
miyle sohbet ederim.
* * *
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Ben, şimdiye kadar nur fabrika dairesinin mübarekler
heyetinden iki ehemmiyetli rükünler kurtulmuşlar tahmin
ederim. elhak, o daire, o heyet, altı yedi senede yirmi
otuz sene kadar fatihâne iş görmüşler, parlak kalemleri-
nin yadigârları gibi, onların hizmetlerine tevakkuf etmez;
onların bedeline, onların defter-i a’mallerine hasenat yaz-
dırıyor. Hatta,
Hizb-i Nurî’
nin öyle bir kuvvetli fütuhatı
var ve öyle ehemmiyetli yerlere girmiş ki, onu neşreden-
ler mütemadiyen çalışıyorlar hükmündedir. Ben, pekçok
çalışmış ve çalışkan Hafız Mustafa’yı da evvelki zat gibi
dışarıda zannederdim, yalnız bir defa “o da buradadır”
işittim; belki başka Mustafa’dır diye teselli buluyordum.
* * *
Aziz Kardeşlerim!
Ben, bu sabah tesbihatta Hafız tevfik’e acıdım. Bu iki
defadır zahmet çekiyor tahattur ettim. Birden hatıra gel-
di: “onu tebrik et!” o, kendini faydasız bir ihtiyat ile ri-
sale-i nur’daki çok ehemmiyetli makamından ve büyük
hissesinden bir derece çekmek isterdi. Fakat hizmetinin
kudsiyeti ve azameti, onu yine o büyük hisseye ve pek
Şualar | 485 |
o
n
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz kabulle-
nen.
tahattur:
hatırlama, hatıra getir-
me.
tesbihat:
tesbihler, Cenab-ı Hakkın
bütün noksan sıfatlardan uzak ve
bütün kemal sıfatlara sahip oldu-
ğunu ifade eden sözler.
teselli:
avunma.
tevakkuf:
duraklama, durma, eğ-
lenme.
yadigâr:
bir kimseyi veya olayı
hatırlatan eşya veya kimse.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, meşakkat.
zan:
sanma, kesin olarak bilmek-
sizin kuvvetli ihtimalle hükmet-
me.
zat:
kişi, şahıs.
azamet:
büyüklük, ululuk, yü-
celik.
aziz:
muhterem, saygın.
bedel:
karşılık.
defter-i a’mal:
insanların işle-
diği ve yaptığı şeylerin kay-
dedildiği defter; amellerin def-
teri.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ehemmiyetli:
önemli.
ekser:
pek çok.
elhak:
hakkın tâ kendisi, tam
doğrusu; doğrusu ya.
evvel:
önce.
fatihâne:
fethederek, fatihçe.
fütuhat:
zaferler, fetihler, ga-
libiyetler.
hasenat:
iyi ameller, iyi işler,
hayırlar.
heyet:
bir topluluğu meydana
getiren kişilerin bütünü, ko-
mite.
heyet:
bir topluluğu meydana
getiren kişilerin bütünü, ko-
mite.
hisse:
pay, nasip.
Hizb-i Nurî:
Risale-i Nur ve
Ayetü’l-Kübra’nın bir özeti ma-
hiyetinde Nur’a ait hizip isimli
bir Arabca dua.
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
hususî:
özel.
ihtiyat:
tedbirli hareket etme.
kudsiyet:
kutsallık, mukad-
deslik, azizlik.
makam:
yer, mevki.
mübarek:
feyizli, bereketli,
kutlu.
mütemadiyen:
sürekli olarak,
devamlı.
neşretme:
dağıtma, yayma,
saçma.
rükün:
bir şeye samimî olarak
meyletme, yönelme.