kurutuyordum. Bir tek tane on mislinden ziyade büyük
olduğunu ben ve başkaları gördük.
* * *
Aziz Kardeşlerim!
Bu gece evrat ile meşgul olurken, nöbetçiler ve başka-
lar işitiyorlardı. kalbime geldi ki: “Acaba bu izhar, seva-
bını noksan etmiyor mu?” diye telâş ettim. Hüccetü’l-İs-
lâm İmam-ı gazalî’nin meşhur bir sözü hatıra geldi. o de-
miş: “
Bazen izhar çok defa ihfadan daha ziyade efdal
olur.
” Yani aşikâre yapmakta, başkalar ya istifade veya
taklit etmek veya gafletten uyanmak veya dalâlette ve se-
fahatte muannit ise, karşısında şeair-i İslâmiye nev’inde
izhar etmek, izzet-i diniyeyi göstermek gibi çok cihetle,
hususan bu zamanda ve ihlâs dersini tam alanlarda, değil
riya, belki gizliden tasannu karışmamak şartıyla, çok zi-
yade sevaplı olabilir diye bir teselli buldum.
* * *
İki gün evvel sorgu hâkimi beni çağırdığı vakit, ben,
“kardeşlerimi nasıl müdafaa edeyim?” diye düşünürken,
İmam-ı gazalî’nin
Hizbü’l-Mâsun’
unu açtım; birden bu
ayetler nazarımda göründü:
r
ºp
¡j/
ór
jn
G n
ør
«n
H r
ºo
go
Qƒo
f »'
©°r
ùn
j
(1)
@ Gƒ o
`æn
e'
G n
øj/
ò s
dG p
øn
Y o
™ p
aGn
óo
j %G s
¿
p
G
(4)
... r
º o
¡ n
d »'
Hƒ o
W
(3)
@ ... r
ºp
¡ r
« n
?n
Y l
ß«/
Øn
M *n
G
(2)
@ r
ºp
¡p
fÉn
ªr
jn
Ép
Hn
h
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
aşikâre:
apaçık, belli, aşikâr, mey-
danda, zahir.
aziz:
muhterem, saygın.
cihet:
yan, yön, taraf.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten ay-
rılmak, azmak, doğru yoldan ay-
rılma, azma, batıla yönelme.
efdal:
en faziletli, en üstün.
evrat:
virtler, okunması âdet olan
dinî dualar.
evvel:
önce.
gaflet:
dikkatsizlik, endişesizlik,
Allah’tan uzaklaşıp nefsin arzularına
dalmak.
hâkim:
kanun uygulayan kimse,
yargıç.
hususan:
bilhassa, özellikle.
Hüccetü’l-İslâm:
İslâmın delili, hüc-
ceti.
ihfa:
saklama, gizleme.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli başka
bir karşılık beklemeksizin, sırf Allah
rızası için yapma.
istifade:
faydalanma, yararlanma.
izhar:
açığa vurma, meydana çı-
karma, aşikâr etme.
izzet-i diniye:
dinin gerektirdiği
haysiyet, yücelik.
meşgul:
bir işle uğraşan, iş
görmekte olan kimse.
meşhur:
şöhretli, herkesin bil-
diği, yaygınlık kazanmış.
misil:
benzer, eş, kat.
muannit:
inatçı, ayak direyen.
müdafaa:
savunma, koruma.
nazar:
bakış, dikkat.
nevi:
çeşit, tür.
noksan:
eksiklik, azlık, tam ol-
mayış.
riya:
iki yüzlülük, yalandan
gösteriş, samimiyetsizlik.
sefahat:
zevk, eğlence ve ya-
sak şeylere düşkünlük, sefih-
lik.
sevap:
hayırlı bir işe karşı Allah
tarafından verilen mükâfat; se-
vap.
şeair-i İslâmiye:
İslâma ait işa-
retler, İslâma sembol olmuş iş
ve ibadetler.
tasannu:
yapmacık.
teselli:
avunma.
ziyade:
çok, fazla.
1.
Muhakkak ki Allah, kâfirlerin şerrini iman edenlerden uzaklaştırır. (Hac Suresi: 38.)
2.
Onların nuru önlerinde ve sağ taraflarında koşar. (Hadid Suresi: 12.)
3.
Allah onlar üzerinde koruyucudur. (Şura Suresi: 6.)
4.
Onlara müjdeler olsun! (Ra’d Suresi: 29.)
o
n
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
| 492 | Şualar