Şualar - page 496

Buradaki ehl-i dünyanın bizi konuşmaktan ve temas-
tan menleri zarar vermiyor.
Lisan-ı hâl, lisan-ı kàlden da-
ha kuvvetli ve tesirli konuşuyor
. Madem hapse girmek
terbiye içindir; milleti seviyorlar ise, mahpusları risale-i
nur şakirtleriyle görüştürsünler. tâ bir ayda, belki bir
günde, bir seneden ziyade terbiye alsınlar; hem millete
ve vatana, hem kendi istikballerine ve ahiretine menfa-
atli birer insan olsunlar. gençlik rehberi bulunsa idi, çok
faydası olurdu; inşaallah, bir zaman girer.
Said Nursî
* * *
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Bugün, büyük ve merhum kardeşim Molla Abdullah
ile Hazret-i ziyaeddin hakkındaki malûmunuz muhavere-
yi tahattur ettim. sonra sizi düşündüm. kalben dedim:
eğer perde-i gayp açılsa, bu sebatsız zamanda böyle se-
bat gösteren ve bu yakıcı, ateşli hâllerden sarsılmayan bu
samimî dindarlar ve ciddî Müslümanlar, eğer her biri bir
velî, hatta bir kutup görünse, benim nazarımda şimdi
verdiğim ehemmiyeti ve alâkayı pek az ziyadeleştirecek
ve eğer birer âmî ve adî görünse, şimdi verdiğim kıyme-
ti hiç noksan etmeyecek diye karar verdim. Çünkü,
böy-
le pek ağır şerait altında iman kurtarmak hizmeti, her şe-
yin fevkindedir. Şahsî makamlar ve hüsnüzanların ilâve
ettikleri meziyetler, böyle dağdağalı, sarsıntılı hâllerde
hüsnüzanlarını kırmakla muhabbetleri azalır ve meziyet
adî:
bayağı, aşağı, değersiz.
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
alâka:
ilgi, ilişki, yakınlık.
âmî:
bilgisiz, cahil.
aziz:
muhterem, saygın.
ciddî:
gerçek olarak, hakikaten.
dağdağa:
gürültü, beyhude telaş
ve ıztırap.
dindar:
dinî kaidelere hakkıyla ria-
yet eden, dininin emirlerini yerine
getiren, mütedeyyin.
ehemmiyet:
önem, değer, kıy-
met.
ehl-i dünya:
dünyaya bağlı, dünya
adamı, ahireti düşünmeyen.
fevkinde:
üstünde.
hüsnüzan:
bir kimsenin veya bir
hadisenin iyiliği hakkındaki vicdanî
ve iyi kanaat.
iman:
inanç, itikat.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’ ma-
nasında kullanılan bir dua.
istikbal:
gelecek.
kalben:
kalp ile, kalpten.
kıymet:
değer.
kutup:
evliyalar içerisinde zamanın
en büyük mürşidi olan.
lisan-ı hâl:
hâl dili, bir şeyin duruşu
ve görünüşü ile bir mana ifade
etmesi.
lisan-ı kàl:
söz ile anlatılan mana,
konuşma dili.
madem:
...den dolayı, böyle
ise.
mahpus:
hapsedilmiş olan,
mevkuf.
makam:
yer, mevki.
malûm:
bilinen, bilinir olan.
men:
yasak etme, engelleme,
mâni olma.
menfaat:
fayda.
merhum:
rahmete kavuşmuş,
ölmüş, ölü.
meziyet:
bir şeyi başkalarından
ayıran vasıf, üstünlük ve de-
ğerlilik vasfı.
muhabbet:
sevgi, sevme.
muhavere:
konuşma, sohbet
etme.
Müslüman:
İslâm dinine bağlı,
dindar, mütedeyyin.
nazar:
bakış, nezdinde.
noksan:
eksiklik, kusurlu oluş.
perde-i gayp:
gayp perdesi,
gizli perde; insanların bilmeyip
sadece Allah’ın bildiği gayp
âlemdeki manevî perde.
şahsî:
şahsa, kişiye ait, husu-
sî.
şakirt:
talebe, öğrenci.
samimî:
içten, candan, gönül-
den.
sebat:
sözünde durma, kararlı
olma, azimlilik.
şerait:
şartlar.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz ka-
bullenen.
tahattur:
hatırlama, hatıra ge-
tirme.
terbiye:
eğitim; iyi ahlâk, saygı
ve edep öğrenme.
velî:
Allah’ın sevgisine, hima-
yesine kavuşmuş, ermiş kim-
seler, Allah dostu, evliya.
ziyade:
artma, çoğalma, çok,
fazla.
o
n
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
| 496 | Şualar
1...,486,487,488,489,490,491,492,493,494,495 497,498,499,500,501,502,503,504,505,506,...1581
Powered by FlippingBook