kardeşimle bir dakika görüşmek bahanesiyle bana ihanet
ve başka bahane ile dış kapımızın ikincisini dahi kapadı-
lar. onun cezası olarak, sizin kapınız dahi kapandı.”
Said Nursî
* * *
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
size dün yazdığım lâtifenin üç zerafeti var:
•
Birincisi
: İstikbalde gelecek mübarek heyetin şahs-ı
manevîsinin bir mümessili olmasından, o şahs-ı manevî-
nin sırrıyla ve bereketiyle sürgülü kapı kendi kendine açıl-
dığı gibi, yine o tahakkuk edip vücuda gelmiş mübarek
heyetin bir mümessilinin on sene sonra yarım dakika be-
nimle görüşmesi sebebiyle, bana hiddet edildi; ben de hid-
det ettim, “kapıları kapansın” tekrar eyledim. Aynı gü-
nün gecesinin sabahında –hiç vuku bulmamış– kendi ken-
dine nöbetçilerin kapıları kapandı, iki saat açılmadı.
•
İkinci zerafeti
: Ben, bir pusula, müddeiumuma, mü-
dürle göndermiştim. İçinde demiştim: “Ben tecritteyim,
kimse ile görüşemiyorum; görüşsem de bu şehirde kim-
seyi tanımıyorum. Buranın belediyesi, birisiyle… ilâahir.”
sonra müddeiumumî demiş: “o tecritte mi?”
Müdür demiş: “Yok.”
aziz:
muhterem, saygın.
bahane:
yalandan özür, asıl sebebi
gizlemek için ileri sürülen uydurma
sebep.
bereket:
mübareklik, bolluk, saa-
det.
heyet:
bir topluluğu meydana ge-
tiren kişilerin bütünü, komite.
hiddet:
öfke, kızgınlık.
ihanet:
hainlik, kötülük etme, ar-
kadan vurma.
ilâahir:
sona kadar, sonuna ka-
dar.
istikbal:
gelecek.
lâtife:
güzel ve hoş nükte,
şaka.
mübarek:
feyizli, bereketli,
kutlu.
müddeiumumî:
savcı.
mümessil:
temsil eden, tem-
silci.
pusula:
kısa mektup.
şahs-ı manevî:
manevî şahıs;
belli bir şahıs olmayıp, kendi-
sine bir şahıs gibi muamele
edilen şirket, cemaat, cemiyet
gibi ortaklıklar; belli bir kişi ol-
mayıp bir cemaatten meydana
gelen manevî şahıs.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz ka-
bullenen.
sır:
gizli hakikat.
tahakkuk:
gerçekleşme, delil
ile ispat edilme, kesinleşme.
tecrit:
hücre hapsi.
vücut:
var olma, varlık.
vuku:
olma, meydana gelme.
zerafet:
incelik, zariflik.
o
n
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
| 490 | Şualar