Meselâ, bir adam, yapmadığı bir sirkat ile zulmen hap-
se atılır. Fakat gizli bir cinayetine binaen, kader dahi hap-
sine hüküm verir; aynı zulm-i beşer içinde adalet eder. İş-
te bu meselemizde, elmaslar şişelerden, sıddık fedakârlar
mütereddit sebatsızlardan ve halis muhlisler benlik ve
menfaatini bırakmayanlardan ayrılmak için, bu şiddetli
imtihana girmemizin iki sebebi var:
Birisi
: ehl-i dünya ve siyasetin evhamlarına dokunan
kuvvetli bir tesanüt ve ihlâsla fevkalâde hizmet-i diniye-
dir; zulm-i beşer buna baktı.
İkincisi
: Herkes kendi başına bu kudsî hizmete tam ih-
lâs ve tam tesanüt ile tam liyakat göstermediğimizden,
kader dahi buna baktı.
Şimdi kader-i İlâhî, ayn-ı adalet içinde hakkımızda
ayn-ı merhamettir ki; birbirine müştak kardeşleri bir
meclise getirdi, zahmetleri ibadete ve zayiatları sadakaya
çevirdi. Ve yazdıkları risaleleri her taraftan nazar-ı dikka-
ti celp etmek; ve dünyanın mal ve evlâdı ve istirahati pek
muvakkat ve geçici ve her hâlde bir gün onları bırakıp
toprağa girecek olmasından, onların yüzünden ahiretini
zedelememek; ve sabır ve tahammüle alışmak ve istik-
baldeki ehl-i imana kahramanâne bir numune-i imtisal,
belki imamları olmak gibi çok cihetle ayn-ı merhamettir.
Fakat, yalnız bir cihet var ki, beni düşündürüyor. nasıl
bir parmak yaralansa, göz, akıl, kalb ehemmiyetli vazife-
lerini bırakıp onunla meşgul oluyorlar; öyle de, bu dere-
ce zarurete giren sıkıntılı hayatımız, yarasıyla kalb ve
Şualar | 487 |
o
n
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
ma.
imam:
önde ve ileride olan, delil,
rehber.
istikbal:
gelecek zaman.
istirahat:
dinlenme, rahatlama.
kader:
Cenab-ı Hakkın ezelî ilmi
ile, kâinatta olmuş ve olacak bütün
şeylerin varlık ve yokluğunu, geç-
miş ve geleceğini bilmesi.
kader-i İlâhî:
İlâhî kader, Allah’ın
kader kanunu.
kahramanâne:
kahramanca, kah-
raman olana yakışır şekilde, yiğitçe,
cesurâne.
kudsî:
mukaddes, yüce.
liyakat:
layık olma, ehliyet.
meclis:
görüşülecek bir mesele
için bir araya gelmiş insan toplu-
luğu.
menfaat:
fayda.
meselâ:
örneğin.
meşgul:
bir işle uğraşan, iş gör-
mekte olan kimse.
muhlis:
ihlâslı, samimî, dostluğu
halis, her hâli içten ve gönülden
olan.
müştak:
arzulu, fazla istekli, iştiyak
gösteren.
mütereddit:
tereddüt eden, ka-
rarsız.
muvakkat:
geçici.
nazar-ı dikkat:
dikkatli bakma,
dikkatli bakış.
numune-i imtisal:
örnek alınacak
şekildeki numune, örnek numu-
ne.
sabır:
başa gelen üzücü olaylara,
belâ ve âfetlere veya bir haksızlığa
katlanma, tahammül göstererek
Allah’a tevekkül edip sıkıntılara
göğüs germe.
sadaka:
Allah rızası için ihtiyaç
sahibi fakirlere yapılan yardım,
farz olmadığı hâlde kişinin fakirlere
verdiği para, mal vs. gibi şeyler.
sebat:
kararlı olma, kararından
vazgeçmeme, azimlilik.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz kabulle-
nen.
sirkat:
hırsızlık, çalma.
tahammül:
zora dayanma, kötü
ve güç durumlara karşı koyabilme,
katlanma.
tesanüt:
dayanışma, birbirine da-
yanma ve destek olma.
vazife:
görev.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, meşakkat.
zaruret:
zorunluluk, mecburiyet.
zayiat:
zarar ve ziyan.
zulmen:
zulümle, haksızlıkla, zul-
mederek.
zulm-i beşer:
insanların yaptığı
zulüm.
adalet:
her hak sahibine hak-
kının tam ve eksiksiz verilmesi,
düzenli ve dengeli oluş.
ahiret:
dünya hayatından son-
ra başlayıp ebediyen devam
edecek olan ikinci hayat.
ayn-ı adalet:
adaletin aslı, ada-
letin tâ kendisi.
ayn-ı merhamet:
merhametin
tâ kendisi, merhametin esası.
binaen:
-den dolayı, bu se-
bepten.
celp:
çekme, çekiş, kendine
çekmek.
cihet:
yan, yön, taraf.
cinayet:
cana kıyma, katl veya
bu derecede ağır bir suç.
ehemmiyetli:
önemli.
ehl-i dünya:
dünyaya bağlı,
dünya adamı, ahireti düşün-
meyen.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri.
ehl-i siyaset:
ülkenin idaresiyle
meşgul olanlar, siyaset adam-
ları, politikacılar.
elmas:
çok kıymetli bir mü-
cevher.
evham:
vehimler, zanlar, kuş-
kular, esassız şeyler, kuruntu-
lar.
evlât:
veletler, çocuklar.
fedakâr:
kendini veya şahsî
menfaatlerini hiçe sayan, feda
eden.
fevkalâde:
olağanüstü.
halis:
saf, samimî.
hizmet-i diniye:
dinî hizmet.
hüküm:
karar, emir.
ibadet:
Allah’ın emrettiklerini
yerine getirme, Allah’a karşı
kulluk vazifesini yapma.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli
başka bir karşılık beklemek-
sizin, sırf Allah rızası için yap-