Şualar - page 479

tahmin ederim, şimdi küre-i arzda risale-i nur Şakirt-
lerinden kalben ve ruhen ve fikren daha az sıkıntı çeken
yoktur. Çünkü, kalb ve ruh ve akılları iman-ı tahkikî nur-
larıyla sıkıntı çekmezler. Maddî zahmetler ise, risale-i
nur dersiyle hem geçici, hem sevaplı, hem ehemmiyet-
siz, hem hizmet-i imaniyenin başka bir mecrada inkişafı-
na vesile olmasını bilerek, şükür ve sabırla karşılıyorlar.
“İman-ı tahkikî dünyada dahi medar-ı saadettir” diye,
hâlleriyle ispat ediyorlar. evet, “Mevlâ görelim neyler,
neylerse güzel eyler” deyip, metinâne bu fânî zahmetle-
ri bâkî rahmetlere tebdile çalışıyorlar.
Cenab-ı erhamürrâhimîn, onların emsallerini çoğalt-
sın, bu vatana medar-ı şeref ve saadet yapsın ve onları
da Cennetü’l-Firdevs’te saadet-i ebediyeye mazhar eyle-
sin. Âmin.
Said Nursî
* * *
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Bu kaza-i İlâhînin adalet-i kaderiye noktasında, yeni ta-
lebelerden bir kısım zatların sırr-ı ihlâsa muvafık olmayan
dünya cihetini de risale-i nur ile arzu etmesinden, bazı
menfaatperest rakipleri karşısında bulup, yirmi beş sene
evvel aslı yazılan ve sekiz sene zarfında bir-iki defa elime
geçen ve aynı vakitte kaybettirilen Beşinci Şua benden
uzak bir yerde ele geçmesiyle, o hoca bozması gibi
kıskançlar, onunla adliyeyi evhamlandırdılar. Aynı
Şualar | 479 |
o
n
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
küre-i arz:
yer küre, dünya.
maddî:
madde ile alâkalı, cisma-
nî.
mazhar:
nail olma, şereflenme.
mecra:
kanal.
medar-ı saadet:
mutluluk vesilesi,
ferahlık sebebi.
medar-ı şeref:
şeref kazandıran
sebep.
menfaatperest:
menfaatini seven,
kendi çıkarını ve faydasını düşünen,
çıkarcı.
metinâne:
metanetle, metin bir
şekilde, sağlamlıkla.
Mevlâ:
Allah.
muvafık:
uygun, münasip.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
rahmet:
şefkat etmek, merhamet
etmek, esirgemek.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın temeli
ve sebebi olan manevî varlık.
ruhen:
ruh ile.
saadet-i ebediye:
sonu olmayan,
sonsuz mutluluk.
sabır:
başa gelen üzücü olaylara,
belâ ve afetlere veya bir haksızlığa
katlanma, tahammül göstererek
Allah’a tevekkül edip sıkıntılara
göğüs germe.
şakirt:
talebe, öğrenci.
sevap:
hayırlı bir işe karşı Allah
tarafından verilen mükâfat; sevap.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz kabulle-
nen.
sırr-ı ihlâs:
ihlâs sırrı, samimiyet
ve doğruluğun sırrı.
şükür:
Allah’ın nimetlerine karşı
memnunluk gösterme, gerek dil
ile gerekse hâl ile Allah’ı hamd
etme.
talebe:
talep eden, öğrenci.
tebdil:
değiştirme, başka bir hale
getirme.
vesile:
aracı, vasıta.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, meşakkat.
zarfında:
süresince.
zat:
kişi, şahıs.
adalet-i kaderiye:
kaderin ada-
leti.
adliye:
mahkeme, yargılama
işleriyle uğraşan daire.
âmin:
Yâ Rabbi! Öyle olsun,
kabul eyle!” anlamında duanın
sonunda söylenir.
arzu:
bir şeye karşı duyulan
istek, heves.
aziz:
muhterem, saygın.
bâkî:
ebedî, daimî, sürekli ve
kalıcı olan.
Cenab-ı Erhamürrâhimîn:
ina-
yet ve rahmet, yardım ve lütuf
sahiplerinin en merhametlisi
olan, şeref ve azamet sahibi
olan yüce Allah (c.c.).
Cennetü’l-Firdevs:
Firdevs Cen-
neti; altıncı Cennet tabakası.
cihet:
yön.
ehemmiyetsiz:
önemsiz.
emsal:
benzerler.
evham:
vehimler, zanlar, kuş-
kular, esassız şeyler, kuruntu-
lar.
evvel:
önce.
fânî:
ölümlü, geçici.
fikren:
fikir ile, düşünerek, zih-
nen.
hizmet-i imaniye:
imana ait
hizmet, iman ve Kur’ân haki-
katlerinin ikna edici ve ilmî
delillerle anlaşılmasına hizmet
etme.
iman-ı tahkikî:
tahkikî iman,
imana dair bütün meseleleri
inceleyip delil ve bürhan ile
inanma.
inkişaf:
ortaya çıkma, keşfo-
lunma.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
kalben:
kalp ile, kalpten.
kaza-i İlâhî:
Allah’ın emrinin,
takdirinin yerine gelmesi.
1...,469,470,471,472,473,474,475,476,477,478 480,481,482,483,484,485,486,487,488,489,...1581
Powered by FlippingBook