huzurunda başını açmadın, eski kıyafetin ile bulundun.
Hâlbuki, on yedi milyon bu kıyafete girdi.”
Ben de dedim: on yedi milyon değil, belki yedi milyon
da değil, belki rızasıyla ve kalben kabulüyle ancak yedi bin
Avrupaperest sarhoşların kıyafetlerine ruhsat-ı şer’iye ve
cebr-i kanunî cihetiyle girmektense, azimet-i şer’iye ve
takva cihetiyle, yedi milyar zatların kıyafetlerine girmeyi
tercih ederim. Benim gibi yirmi beş seneden beri hayat-ı
içtimaiyeyi terk eden adama, “İnat ediyor, bize muhalif-
tir” denilmez. Haydi, inat dahi olsa, madem Mustafa ke-
mal o inadı kıramadı ve iki mahkeme kırmadı ve üç vilâ-
yetin hükûmetleri onu bozmadı; siz neci oluyorsunuz ki,
beyhude hem milletin, hem hükûmetin zararına, o ina-
dın kırılmasına çabalıyorsunuz? Haydi siyasî muhalif de
olsa, madem tasdikiniz ile yirmi senedir dünya ile alâka-
sını kesen ve manen yirmi seneden beri ölmüş bir adam,
yeniden dirilip, faydasız kendine çok zararlı olarak ha-
yat-ı siyasiyeye girerek sizin ile uğraşmaz; bu hâlde onun
muhalefetinden tevehhüm etmek, divaneliktir. divaneler-
le ciddî konuşmak dahi bir divanelik olmasından, sizin gi-
bilerle konuşmayı terk ediyorum. “ne yaparsanız minnet
çekmem” dediğim, onları hem kızdırdı, hem susturdu.
son sözüm:
p
¬ r
« n
?n
Y n
ƒo
g s
’p
G n
¬ '
d p
G n
B’ *G n
»p
Ñ° r
ù n
M
(1)
@ o
?«/
c n
ƒ r
dG n
ºr
©p
fn
h *G Én
æ o
Ñ° r
ùn
M
(2)
p
º«/
¶n
© r
dG ¢p
Tr
ôn
© r
dG t
Ün
Q n
ƒo
gn
h o
â r
?`s
c n
ƒn
J
* * *
Şualar | 473 |
o
n
i
kinci
Ş
ua
kendini manevî olarak borçlu his-
setme, yük altında kalma.
muhalefet:
birinin düşüncesine
zıt düşüncede bulunma, karşı koy-
ma, bir düşünce, fiil veya harekete
karşı durma.
muhalif:
zıt, karşıt.
rıza:
razılık, razı olma, hoşnutluk,
memnunluk.
ruhsat-ı şer’iye:
şeriatın ruhsatı,
İslâmiyetin izin vermesi.
siyasî:
siyaset gereği olan, siyasetle
ilgili, siyasete ait.
takva:
Allah korkusuyla dinin ya-
sak ettiği şeylerden kaçınma, Al-
lah’ın emirlerini tutup azabından
korunma.
tasdik:
bir şeyin veya kimsenin
doğruluğuna kesin olarak hük-
metme.
terk:
bırakma, salıverme, vazgeç-
me.
tevehhüm:
vehimlenme, kurun-
tuya kapılma; gerçekte var olma-
yanı var kabul etme, yok olanı
var zannetmekle ümitsizliğe ve
korkuya düşme.
vilayet:
il.
zat:
kişi, şahıs.
alâka:
ilgi, ilişki, yakınlık.
avrupaperest:
Avrupa’yı körü
körüne sevenler, Avrupa tak-
litçileri.
azimet-i şer’iye:
dinî azimet;
dinde takva ile hareket et-
mek.
beyhude:
boşuna, faydasız.
cebr-i kanunî:
kanunî zorlama,
kanuna ait baskı.
ciddî:
gerçek olarak, hakika-
ten.
cihet:
yan, yön, taraf.
divane:
deli, aklı başında ol-
mayan, budala, alık.
faide:
fayda.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal ha-
yat, toplum hayatı.
hayat-ı siyasiye:
siyasete ait
hayat, politik hayat, siyasi ha-
yat.
inat:
bir konuda ısrarlı olma,
sözünde ayak direme.
kalben:
kalp ile, kalpten.
madem:
... -den dolayı, böyle
ise.
mahkeme:
dava, duruşma.
manen:
mana bakımından,
manaca.
minnet:
bir iyilik karşısında
1.
Allah bize yeter; O ne güzel vekildir. (Âl-i İmran Suresi: 173.)
2.
Allah bana yeter. Ondan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ben Ona tevekkül ettim.
Yüce arşın Rabbi de Odur. (Tevbe Suresi: 129.)