sahibi dahi onların nazarlarında mevkiini muhafaza et-
mek için tasannua ve tekellüfe ve sıkıntılı vakara mecbu-
riyet hisseder. İşte hadsiz şükür olsun ki, bizler böyle so-
ğuk tekellüflere muhtaç olmuyoruz
.
Said Nursî
* * *
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Bütün ruh ve kalb ve aklımla sizin leyle-i aşerenizi teb-
rik ederiz. Bizim şirket-i maneviyemizde büyük kazançlar
edeceklerini rahmet-i İlâhiyeden niyaz ederiz. Bu gece
rüyamda yanınıza gelmiş, imam olarak namaz kılacağım
hâlinde uyandım. Benim tecrübemle, rüyanın tabiri çıka-
cağı zamanda sava ve Homa kahramanlarından iki kar-
deşimiz rüyayı tabir etmek için umumunuz namına gel-
diler. Ben de umumunuzu görmek gibi mesrur oldum.
kardeşlerim, gerçi, bu vaziyet, hem, muvafığa ve bir
kısım memurlara risale-i nur’a karşı bir çekinmek, bir
ürkmek vermiş; fakat, bütün muhaliflerde ve dindarlarda
ve alâkadar memurlarda bir dikkat, bir iştiyak uyandırı-
yor.
Merak etmeyiniz, o nurlar parlayacaklar
.
(HaşİYe)
Said Nursî
* * *
Şualar | 497 |
o
n
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
dil ile gerekse hal ile Allah’ı hamd
etme.
tabir:
yorum, yorumlama.
tabir:
yorum, yorumlama.
tasannu:
yapmacık.
tekellüf:
gösteriş, yapmacık, sahte
tavır.
umum:
hep, herkes.
vakar:
ağırbaşlılık, heybetli oluş,
ciddiyet.
vaziyet:
durum.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, müna-
sebetli, bağlı.
aziz:
muhterem, saygın.
dindar:
dinî kaidelere hakkıyla
riayet eden, dininin emirlerini
yerine getiren, mütedeyyin.
gerçi:
öyle ise de, her ne ka-
dar.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
haşiye:
dipnot.
iştiyak:
aşırı isteme, çok fazla
arzu etme.
leyle-i aşere:
on mübarek
gece.
mecburiyet:
mecbur olma,
mecburluk, zarurîlik durumu,
zora tutulma, zorunluluk.
mesrur:
sevinçli, memnun, şen,
sürurlu.
mevki:
makam, memuriyet.
meziyet:
bir şeyi başkalarından
ayıran vasıf, üstünlük ve de-
ğerlilik vasfı.
muhafaza:
koruma.
muhalif:
muhalefet eden, ay-
kırılık gösteren, uymayan, bir
fiil veya düşünceye karşı ge-
len.
muvafık:
uygun, münasip.
nam:
ad, yerine.
nazar:
bakış, nezdinde.
niyaz:
yalvarma, yakarma.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
rahmet-i İlâhîye:
Allah’ın son-
suz rahmeti, İlâhî rahmet.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın
temeli ve sebebi olan manevî
varlık.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz ka-
bullenen.
şirket-i maneviye:
manevî şir-
ket, manevî ortalık.
şükür:
Allah’ın nimetlerine kar-
şı memnunluk gösterme, gerek
HaşİYe:
ey kardeş! dikkat buyur. denizli hapsinde, bütün esbab-ı âlem
zahiren üstadın aleyhinde, idam hükümleriyle mahkemeye verilmiş-
ken, üstat diyor: “Merak etmeyiniz kardeşlerim, o nurlar parlayacak-
lar.” Bu söz, bak nasıl tahakkuk etti.
Talebeleri