bir-iki nüsha yazdık; hem o mahkeme dahi yazdı. İşte
ehemmiyetli talebim: Ya bize bir makineyi siz veriniz ve-
ya bize müsaade ediniz, biz celp edeceğiz. tâ ki, hem
müdafaatımı, hem risale-i nur’un müdafaanamesi hük-
mündeki risaleyi yeni harfle iki-üç suretini alıp, hem Ad-
liye Vekâletine, hem Heyet-i Vekileye, hem Meclis-i Me-
busana, hem Şûra-i devlete göndereceğiz. Çünkü, iddi-
anamede bütün esas, risale-i nur’dur. Ve risale-i nur’a
ait dava ve itiraz, cüz’î bir hâdise ve şahsî bir mesele de-
ğil ki, çok ehemmiyet verilmesin. Belki, bu milleti ve
memleketi ve hükûmeti ciddî alâkadar edecek ve dolayı-
sıyla âlem-i İslâm’ın nazar-ı dikkatini ehemmiyetli bir su-
rette celp edecek bir küllî hâdise hükmünde ve umumî bir
meseledir.
evet, risale-i nur’a perde altında hücum eden, ecnebi
parmağıyla, bu vatandaki milletin en büyük kuvveti olan
âlem-i İslâm’ın teveccühünü ve muhabbetini ve uhuvveti-
ni kırmak ve nefret verdirmek için, siyaseti dinsizliğe alet
ederek, perde altında küfr-i mutlakı yerleştirenlerdir ki;
hükûmeti iğfal ve adliyeyi iki defadır şaşırtıp, der: “risa-
le-i nur ve şakirtleri, dini siyasete alet eder; emniyete za-
rar ihtimali var.”
Hey bedbahtlar! risale-i nur’un, gerçi, siyasetle alâ-
kası yoktur; fakat, küfr-i mutlakı kırdığı için, küfr-i mut-
lakın altı olan anarşiliği ve üstü olan istibdad-ı mutlakı,
esasıyla bozar, reddeder. emniyeti, asayişi, hürriyeti,
adaleti temin ettiğine yüzer hüccetlerden biri, bu, müda-
faanamesi hükmündeki
Meyve Risalesi’
dir. Bunu, âlî bir
Şualar | 459 |
o
n
i
kinci
Ş
ua
ması.
iddianame:
iddia yazısı, savcının
bir dava konusundaki iddialarını
toplamış olduğu, isnat ettiği suç
ve delilleri de içine alan yazısı.
iğfal:
yanıltma, gaflete düşürerek
kandırma, aldatma.
ihtimal:
olabilirlik.
istibdat-ı mutlak:
hiç bir hak ve
hürriyeti tanımayan tam baskı,
tam diktatörlük.
itiraz:
kabul etmediğini belirtme,
karşı çıkma.
kuvvet:
fizikî güç, kudret.
küfr-i mutlak:
kayıtsız şartsız kü-
für, mutlak küfür, hiç bir imanî
hükmü, delili, hakikati kabul et-
meme, kesin ve tam bir inkâr.
küllî:
umumî, genel, bütün olan.
mahkeme:
hüküm yeri, davaların
görülüp hükme bağlandığı yer.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
Meclis-i Mebusan:
mebuslar mec-
lisi, Osmanlı devleti zamanında
halk tarafından seçilen mebusların
meclisi, Millet Meclisi.
mesele:
önemli konu.
muhabbet:
sevgi, sevme.
müdafaaname:
müdafaa metni,
savunma mektubu, savunma di-
lekçesi.
müdafaat:
müdafaalar, savunma-
lar, korunmalar.
müsaade:
izin, icazet, ruhsat.
nazar-ı dikkat:
dikkatli bakma,
dikkatli bakış.
nefret:
bir şeyden veya kimseden
iğrenme, tiksinme, ikrah.
nüsha:
birbirinin aynı olan suret-
lerin her biri.
siyaset:
politika.
suret:
nüsha, kopya; biçim, tarz,
görünüş.
şahsî:
şahsa, kişiye ait, hususî.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şûra-i devlet:
Osmanlı devleti za-
manında devletin siyasî, idarî, hu-
kukî işlerinin görüşüldüğü yüksek
istişare müessesesi; şimdiki Da-
nıştay.
talep:
istek, dilek.
temin:
sağlama.
teveccüh:
hoşlanma, güler yüz
gösterme, iltifat etme.
uhuvvet:
kardeşlik.
umumî:
herkese ait, genel.
vekâlet:
nezaret, bakanlık.
acza:
cüzler, parçalar, kısım-
lar.
adalet:
her hak sahibine hak-
kının tam ve eksiksiz verilmesi,
düzenli ve dengeli oluş.
adliye:
mahkeme, yargılama
işleriyle uğraşan daire.
alâka:
ilgi, ilişki, yakınlık.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, müna-
sebetli, bağlı.
âlem-i İslâm:
İslâm âlemi, İs-
lâm dünyası.
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
anarşi:
her türlü düzen ve
otoriteye karşı koyarak karı-
şıklığı meydana getirme du-
rumu.
asayiş:
emniyet; korku ve
endişeden uzak olma.
bedbaht:
bahtsız, tâli’siz, za-
vallı.
celp:
çekme, çekiş, kendine
çekmek.
ciddî:
gerçek olarak, hakika-
ten.
cüz’î:
küçük, az.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
ecnebi:
yabancı, başka millet-
ten olan.
ehemmiyet:
önem, değer, kıy-
met.
ehemmiyetli:
önemli.
emniyet:
eminlik, güvenlik,
korkusuzluk.
gerçi:
öyle ise de, her ne ka-
dar.
hâdise:
olay.
Heyet-i Vekile:
Bakanlar Ku-
rulu.
hüccet:
delil.
hücûm:
saldırma.
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
hürriyet:
herkesin meşrû ha-
reketlerinde tam serbest ol-