yalnız iki defa elime geçen ve aynı zamanda kaybedilen,
hem ahirzamana ait bir hadisin manasını küllî bir surette
beyan eden, hem aslı eskiden telif edilen bir risale, hem
bir tek nefer görmediği hâlde nasıl sebeb-i ittiham olur?”
Maatteessüf, o insafsızların o acip ittihamı iddianameye
girmiş.
Hem en garibi şudur ki, bir yerde demişim: “Cenab-ı
Hakkın büyük nimetleri olan tayyare, şimendifer ve rad-
yoyu büyük şükür ile mukabele lâzımken, beşer etmedi;
tayyareler ile başlarına bomba yağdı. Ve radyo, öyle bü-
yük bir nimet-i İlâhiyedir ki, ona mukabil şükür ise; o rad-
yo milyonlar dilli bir küllî hafız-ı kur’ân olup, bütün ze-
min yüzündeki insanlara kur’ân’ı dinlettirsin. Ve Yirmin-
ci sözde kur’ân’ın medeniyet harikalarından gaybî haber
verdiğini beyan ederken, bir ayetin işareti olarak, “kâfir-
ler, şimendifer ile âlem-i İslâm’ı mağlûp ederler” demişim.
İslâm’ı bu harikalara teşvik ettiğim hâlde, bir sebeb-i itti-
ham olarak, “Şimendifer ve tayyare ve radyo gibi terak-
kiyat-ı hâzıra aleyhinde” diye, iddianamenin ahirinde, be-
ni evvelki müddeiumumînin garazlarına binaen ittiham
eder.
Hem hiç bir münasebeti olmadığı hâlde, bir adam ri-
sale-i nur’un ikinci bir ismi olan “risaletü’n-nur” tabirin-
den, “kur’ân’ın nurundan bir risalettir, bir ilhamdır” de-
miş. İddianamede, başka yerin verdikleri yanlış mana ile,
güya “risale-i nur bir resuldür” diye benim için bir se-
beb-i ittiham tutulmuş.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
ahirzaman:
dünyanın son zamanı
ve son devresi, dünya hayatının
kıyamete yakın son devresi.
ahir:
son.
âlem-i İslâm:
İslâm âlemi, İslâm
dünyası.
aleyh:
karşı, karşıt.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
beşer:
insanlık.
beyan etmek:
açıklamak, bildir-
mek, izah etmek.
binaen:
-den dolayı, bu sebep-
ten.
Cenab-ı Hak:
Allah.
evvel:
önce.
garaz:
kötü kasıt; düşmanca niyet,
kin.
gaybî:
gaypla ilgili, görünmeyenlere
ait.
hadis:
Hz. Muhammed’e (a.s.m.)
ait söz, emir, fiil veya Hz. Pey-
gamberin onayladığı başkasına ait
söz, iş veya davranış.
hafız-ı Kur’ân:
Kur’ân’ı ezberle-
yerek okuyan.
harika:
olağanüstü.
iddianame:
iddia yazısı, savcının
bir dava konusundaki iddialarını
toplamış olduğu, isnat ettiği suç
ve delilleri de içine alan yazısı.
ilham:
içe, gönle doğma; Allah ta-
rafından insanın kalbine ve aklına
indirilen mana.
insaf:
hakkı teslim esasına dayanan
ılımlı davranış; adaleti ve ve hakkı
düşünerek davranma.
İslâmı:
İslâm ile alâkalı, İslâma ait.
işaret:
belirti, iz.
ittiham:
suç altında bulunma, töh-
metli olma, töhmet altında olma.
kâfir:
Allah’ı ve İslamiyeti inkâr
eden, dinsiz.
Kur’ân:
Allah tarafından vahiy yo-
luyla Hz. Muhammed’e indiril-
miş, semavî kitapların sonun-
cusu.
küllî:
umumî, genel, bütün
olan.
maatteessüf:
ne yazık ki, üzü-
lerek belirteyim ki.
mağlûp:
boyun eğme, yenilme,
yenilmiş olma.
medeniyet:
medenîlik, şehir-
lilik, uygarlık.
mukabele:
karşı gelme, karşı
koyma.
mukabil:
karşılık.
müddeiumumî:
savcı.
münasebet:
ilgi, alâka, yakın-
lık.
nefer:
er, rütbesiz asker.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
nimet-i İlâhiye:
Allah tarafın-
dan verilenler.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
resul:
peygamber.
risale:
belli bir konuda yazılmış
küçük kitap
risaletü’n-Nur:
Risale-i Nur’un
bir ismi.
sebeb-i ittiham:
suçlama se-
bebi.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şimendifer:
tren.
şükür:
Allah’ın nimetlerine kar-
şı memnunluk gösterme, gerek
dil ile gerekse hal ile Allah’ı
hamd etme.
tabir:
ifade.
tayyare:
uçak.
telif:
kitap yazma, eser ortaya
koyma.
terakkiyat-ı hâzıra:
günümüz
gelişmeleri, medeniyet ilerle-
meleri.
teşvik etmek:
özendirmek, is-
teklendirmek.
zemin:
yer.
o
n
i
kinci
Ş
ua
| 450 | Şualar