“rahmeten lilâlemîn” olduğunu kâinatta ilân etmesiyle ve
nurun baştan nihayete kadar onun
Rahmeten Lilâlemîn
olduğunu bürhanlarla ispat etmesiyle ve o resulün ef’al
ve ahvali kâinatta numune-i iktida olacak en sağlam, en
güzel rehber olduğunu hatta körlere de göstermesiyle ve
Anadolu ve hususî memleketlerde nurun intişarı zama-
nında belâların ref’i ve susturulmasıyla, musibetlerin gel-
mesi şahadetiyle ve nur Şakirtlerinin gayet ağır müşkü-
lâtlar içinde, kemal-i metanetle hizmet ve irtibatlarıyla, o
zatın (
AsM
) sünnet-i seniyesine ittiba etmek ne kadar kârlı
olduğunu ve bir sünnete bu zamanda ittibada yüz şehidin
ecrini kazandığını bildiren;
Ve sadaka kaza ve belâyı nasıl defediyorsa, risale-i
nur’un da Anadolu’ya gelecek kazayı, belâyı yirmi sene-
dir defettiğini aynelyakin ispat eden,
Üstad-ı Ekremimiz Efendimiz Hazretleri!
Şimdi, şu risale-i nur’un beraati, başta siz sevgili üs-
tadımızı, sonra biz âciz kusurlu talebelerinizi, sonra
âlem-i İslâm’ı sürura sevk ederek, ikinci büyük bir bay-
ram yaptırdığından siz mübarek üstadımızın bu büyük
bayram-ı şerifinizi tebrik ile ve yine üçüncü bayram olan
ramazan-ı şerifinizi ve leyle-i kadrinizi tebrik, emsal-i
kesîresiyle müşerref olmaklığımızı niyaz ve biz kusurlula-
rın, kusurlarımızın affını rica ederek, umumen selâm ile
mübarek ellerinizden öper ve dualarınızı temenni ederiz,
efendimiz Hazretleri.
Isparta ve havalisinde bulunan Nur Talebeleri
• • •
âciz:
zayıf, güçsüz, zavallı.
ahir:
son.
ahval:
hâller, durumlar.
âlem-i İslâm:
İslâm âlemi, İslâm
dünyası.
aynelyakin:
gözle görür derecede
inanma.
bayram-ı şerif:
şerefli bayram.
belâ:
musibet, sıkıntı.
benlik:
nefsi önde tutma, enaniyet,
kibir, gurur.
beraat:
bir davanın neticesinde
suçsuz olduğu anlaşılma.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
cihet:
yön, sebep, vesile.
civar:
çevre, yöre, etraf.
def:
kovma, uzaklaştırma.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ecir:
ahirete ait mükâfat, hayır,
ceza.
ef’al:
fiiller, işler.
emsal-i kesîre:
pek çok benzerler,
birçok misiller.
enaniyet:
kendini beğenme, ben-
cillik, egoistlik.
evvel:
önce.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
gayet:
son derece.
gurur:
kibir, kendi yüksek ve de-
ğerli tutarak böbürlenme.
havali:
bölge, etraf, çevre, civar.
hususî:
özel.
ilân:
yayma, duyurma, bildirme.
intişar:
yayılma, dağılma, neşro-
lunma.
irtibat:
bağlantı, münasebet.
ispat:
doğruyu delillerle göster-
me.
İsra:
Kur’ân-ı Kerîm’in 17. suresidir.
Mekke’de nazil olmuştur.
ittiba:
tabi olma, uyma, itaat etme.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin
tamamı, bütün âlemler, varlıklar.
kaza:
can veya mal kaybına sebep
olan iş, hâdise.
kemal-i metanet:
tam ve mü-
kemmel bir dayanıklık.
kusur:
eksiklik, noksan, özür.
leyle-i Kadir:
Kadir Gecesi, Kur’ân-
ı Kerîm’in dünya semasına nazil
olduğu gece.
musibet:
felâket, belâ.
mübarek:
feyizli, bereketli, kutlu.
müşerref:
şerefli, yüce.
müşkülât:
müşküller, güçlükler,
zorluklar, çetinlikler.
nihayet:
son.
niyaz:
yalvarma, yakarma.
numune-i iktida:
örnek alınıp uyu-
lacak tarzdaki numune, uyulacak,
tâbi olunacak örnek.
rahmeten lilâlemîn:
bütün âlem-
lere rahmet olan, Hz. Muham-
med (asm).
ramazan-ı Şerif:
mübarek,
şerefli Ramazan ayı.
ref:
kaldırma, giderme.
rehber:
yol gösteren, kılavuz.
resul:
Allah tarafından kendi-
sine vahiy gelen, Allah’ın emir-
lerini insanlara bildirmekle va-
zifeli olan insan, peygamber.
sadaka:
farz olmadığı hâlde
kişinin fakirlere verdiği para,
mal vs. gibi şeyler.
sevk:
ulaştırma, yöneltme.
sünnet:
Hz. Muhammed’in
(asm) Kur’ân dışında, Müslü-
manlara örnek olan mübarek
söz, fiil ve emirleri, kabulleri
veya takrirleri.
sünnet-i seniye:
Hz. Muham-
med’in (asm) yüce sünneti;
yüksek hâl, söz, tavır ve tas-
vipleri.
sürur:
sevinç, mutluluk.
şahadet:
şahit olma, şahitlik,
tanıklık.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şehit:
Allah’ın ve yüce dininin
adını yüceltme uğrunda canını
feda ederek savaşta vurulup
ölen Müslüman.
talebe:
istekliler, talep edenler;
öğrenci.
temenni:
olmasını veya olma-
masını isteme; dilek, istek.
tenzih:
Allah’ı şanına lâyık ol-
mayan şeylerden, her türlü
eksik ve noksandan uzak ve
yüce tutma.
tesbih:
Allah’ı bütün kusur ve
noksan sıfatlardan uzak tutarak
şanına layık ifadelerle anma.
umumen:
bütün olarak.
zat:
azamet ve ululuk sahibi
olan.
MEYVE RİSALESİ
| 442 |
o
n
B
irinci
Ş
ua
Şualar