Ve ey âlemin –kur’ân-ı Azîmüşşan’ın kat’î vaadiyle ve
tehdidi ile ve risale-i nur’un keşf-i kat’îsiyle ve merhum
şakirtlerinin müşahedesiyle ve onlardaki keşfelkubur sa-
hiplerinin görmesiyle– en çok korktuğu ölümü, ehl-i
iman için idam-ı ebedîden kurtarıp bir terhis tezkeresine
çeviren ve âlem-i nura gitmek için güzel bir yolculuk ol-
duğunu ispat eden ve kâfir ve münafıklar için idam-ı
ebedî olduğunu bildiren kur’ân-ı Mu’cizülbeyan’ın, bin
mu’cizat-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm ve kırk
vech-i i’cazının tasdiki altında ihbarat-ı kat’iyesiyle, on-
dan çıkan risale-i nur’un en muannit düşmanlarını mağ-
lûp eden hüccetleriyle ve nur Şakirtlerinin çok emarele-
rin ve tecrübelerin ve kanaatlerinin teslimi ile o korkunç,
karanlık, soğuk ve dar kabri, ehl-i iman için cennet çu-
kurundan bir çukur ve cennet bahçesinin bir kapısı oldu-
ğunu ispat eden ve kâfir ve münafık zındıklar için
cehennem çukurundan yılan ve akreplerle dolu bir çukur
olduğunu ispat eden; ve oraya gelecek olan
Münker, Ne-
kir
isminde melâikeleri ehl-i hak ve hakikat yolunda gi-
denler için birer munis arkadaş yapan; ve risale-i nur’un
şakirtlerini, talebe-i ulûm sınıfına dahil edip,
Münker,
Nekir
suallerine risale-i nur’la cevap verdiklerini mer-
hum kahraman Şehit Hafız Ali’nin vefatıyla keşfeden; ve
hayatta bulunanlarımızın da yine risale-i nur ile cevap
vermemizi rahmet-i İlâhiyeden dua ve niyaz eden;
Ve Hazret i kur’ân’ı, kur’ân-ı Azîmüşşan’ın kırk taba-
kadan her tabakaya göre bir nevi i’caz-ı manevîsini
âlem:
dünya, cihan.
âlem-i nur:
nur âlemi, aydınlık
âlemi.
aleyhissalâtü vesselâm:
‘salât ve
selâm onun üzerine olsun’ anla-
mında Hz. Muhammed’e dua.
dâhil:
karışma, girme.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ehl-i hak:
hak ehli, iman, İslâmiyet
ve hak yolunda olan, hak mez-
hepte olan.
ehl-i hakikat:
hakikati arzulayanlar,
gerçeği bulup onun peşinden gi-
denler; Allah adamı.
ehl-i iman:
inananlar, iman sa-
hipleri.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
hüccet:
delil.
i’caz-ı manevî:
manen mucize
oluş.
idam-ı ebedî:
dirilmemek üzere
yok oluş, ahiret inancı olmadığı
için ölümü ebedî yokluğa gitmek
olarak görme.
ihbarat-ı kat’iye:
kesin, doğru ha-
berler.
ispat:
doğruyu delillerle göster-
me.
kabir:
mezar.
kâfir:
Allah’ı ve İslamiyeti inkar
eden, dinsiz.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddüde
mahal bırakmayan.
keşf-i kat’î:
kesin keşif.
keşfe’l-kubur:
kabirdeki ölülerin
hâllerini anlama.
keşif:
gizli bir şeyi veya bir sırrı
kalp gözüyle görerek öğrenme.
Kur’ân-ı azîmüşşan:
şan ve şerefi
yüce olan Kur’ân.
Kur’ân-ı Mu’cizülbeyan:
açıkla-
malarıyla akılları benzerini yap-
maktan âciz bırakan Kur’ân-ı Ke-
rîm.
mağlûp:
boyun eğme, yenilme,
yenilmiş olma.
melâike:
melekler.
merhum:
rahmete kavuşmuş,
ölmüş, ölü.
muannit:
inatçı, ayak direyen.
mu’cizat-ı ahmediye:
Pey-
gamber Efendimizin (asm) gös-
terdiği mu’cizeler.
munis:
alışılmış, alışılan, alışık,
ünsiyetli.
münafık:
kalbinde küfrü giz-
lediği hâlde Müslüman görü-
nen, kâfirliğini gizleyerek Müs-
lüman gibi davranan.
Münker-Nekir:
sorgu melek-
leri, öldükten sonra insanları
sorgulayan melekler.
müşahede:
bir şeyi gözle gör-
me, seyretme.
nevi:
çeşit, tür.
niyaz:
yalvarma, yakarma.
rahmet-i İlâhiye:
Allah’ın son-
suz rahmeti, İlâhî rahmet.
sual:
soru.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tabaka:
kat, katman.
talebe-i ulûm:
ilim tahsil eden,
ilimlerle uğraşan öğrenci.
tasdik:
bir şeyin veya kimsenin
doğruluğuna kesin olarak hük-
metme.
tecrübe:
yaşayarak elde edilen
iyi veya kötü kazanımlar.
tehdit:
korkutma, gözdağı ver-
me.
terhis:
izin verme, serbest bı-
rakma.
tezkere:
belge, görevin bittiğini
belgeleyen izin kâğıdı.
vaat:
söz verme, ahit.
vech-i i’caz:
mu’cize yönü.
vefat:
ölme.
zındık:
Allah’a ve ahirete inan-
mayan, Allah’ı inkâr eden,
imansız, münkir.
MEYVE RİSALESİ
| 440 |
o
n
B
irinci
Ş
ua
Şualar