eğer maddî müdafaadan kur’ân men etmeseydi, bu mil-
letin can damarı hükmünde, umumun teveccühünü kaza-
nan ve her tarafta bulunan o şakirtler, Şeyh said ve Me-
nemen Hâdiseleri gibi cüz’î ve neticesiz hâdiselerle bulaş-
mazlar; Allah etmesin eğer mecburiyet derecesinde on-
lara zulmedilse ve risale-i nur’a hücum edilse, elbette hü-
kûmeti iğfal eden zındıklar ve münafıklar bin derece piş-
man olacaklar!
Elhâsıl
, madem biz ehl-i dünyanın dünyalarına ilişmi-
yoruz, onlar da bizim ahiretimize, imanî hizmetimize iliş-
mesinler!..
Mevkuf
Said Nursî
* * *
(1)
o
¬n
fÉn
ërÑ
°o
S
/
¬p
ª°r
SÉp
H
Efendiler!
size kat’î haber veriyorum ki, buradaki zatların bizim-
le ve risale-i nur’la münasebeti olmayan veya az bulu-
nanlardan başka, istediğiniz kadar hakikî kardeşlerim ve
hakikat yolunda hakikatli arkadaşlarım var. Biz, risale-i
nur’un keşfiyat-ı kat’iyesiyle, iki kere iki dört eder dere-
cesinde sarsılmaz bir kanaatle bilmişiz ki:
Ölüm, bizim
için, sırr-ı Kur’ân ile, idam-ı ebedîden terhis tezkeresine
çevrilmiş; ve bize muhalif ve dalâlette gidenler için, o kat’î
ölüm, ya idam-ı ebedîdir
(eğer ahirete kat’î imanı yoksa);
veya ebedî ve karanlıklı haps-i münferittir
(eğer ahirete
inansa ve sefahat ve dalâlette gitmiş ise). Acaba
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
cüz’î:
küçük, az.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten ay-
rılmak, azmak, doğru yoldan ay-
rılma, azma, batıla yönelme.
ebedî:
sonu olmayan, daimî, sü-
rekli.
hâdise:
olay.
hakikat:
gerçek, esas.
hakikî:
gerçek.
haps-i münferit:
ehl-i dalâlet için
ölüm ve kabir.
hücum:
saldırma.
idam-ı ebedî:
dirilmemek üzere
yok oluş, ahiret inancı olmadığı
için ölümü ebedî yokluğa gitmek
olarak görme.
iğfal:
yanıltma, gaflete düşürerek
kandırma, aldatma.
imanî:
imana ait olan, imana dair
olan, imanla ilgili.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
kat’î:
kesin, şüpheye ve te-
reddüde mahal bırakmayan.
keşfiyat-ı kat’iye:
kesin, doğru
keşifler.
madem:
... -den dolayı, böyle
ise.
mecburiyet:
mecbur olma, za-
rurîlik durumu, zorunluluk.
mevkuf:
tevkif edilmiş, hap-
sedilmiş, tutuklu.
muhalif:
zıt, karşıt.
münafık:
kalbinde küfrü giz-
lediği hâlde Müslüman görü-
nen, kâfirliğini gizleyerek Müs-
lüman gibi davranan.
münasebet:
ilgi, alâka, yakın-
lık.
sefahat:
yasak olan şeylere,
zevk ve eğlenceye aşırı düş-
künlükler.
sırr-ı Kur’ân:
Kur’ân’ın sırrı.
şakirt:
talebe, öğrenci.
terhis:
izin verme, serbest bı-
rakma.
teveccüh:
hoşlanma, güler yüz
gösterme, iltifat etme.
tezkere:
belge, görevin bittiğini
belgeleyen izin kâğıdı.
umum:
bütün.
zat:
kişi, şahıs.
zındık:
Allah’a ve ahirete inan-
mayan, Allah’ı inkâr eden,
imansız, münkir.
zulüm:
haksızlık.
1.
Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.
o
n
i
kinci
Ş
ua
| 446 | Şualar