Şualar - page 453

Bu hâllerden anlaşılıyor ki; bililtizam, her hâlde beni
mahkûm etmek için gayet asılsız bahaneleri icat ederler.
Madem keyfiyet böyledir, ben de buranın mahkemesine
değil, belki o insafsızlara derim: Ben, sizin bana verece-
ğiniz en ağır cezanıza da beş para vermem! Ve hiç ehem-
miyeti yok! Çünkü ben, kabir kapısında, yetmiş yaşında-
yım. Böyle mazlum ve masum bir iki sene hayatı, şeha-
det mertebesiyle değiştirmek benim için büyük saadettir.
risale-i nur’un binler hüccetleriyle kat’î imanım var ki,
ölüm bizim için bir terhis tezkeresidir. eğer idam da olsa,
bizim için bir saat zahmet, ebedî bir saadetin ve rahme-
tin anahtarı olur. Fakat siz, ey zındıka hesabına adliyeyi
şaşırtan ve hükûmeti bizimle sebepsiz meşgul eden insaf-
sızlar! kat’î biliniz ve titreyiniz ki: siz, idam-ı ebedî ile ve
ebedî haps-i münferit ile mahkûm oluyorsunuz. İntikamı-
mız sizden pek çok ve muzaaf bir surette alınıyor görü-
yoruz; hatta size acıyoruz. evet, bu şehri yüz defa meza-
ristana boşaltan ölüm hakikati, elbette hayattan ziyade
bir istediği var. Ve onun idamından kurtulmak çaresi, in-
sanların her meselesinin fevkinde en büyük ve en ehem-
miyetli ve en lüzumlu bir ihtiyac-ı zarurî ve kat’îsidir. Aca-
ba bu çareyi kendine bulan risale-i nur Şakirtlerini ve o
çareyi binler hüccetler ile bulduran risale-i nur’u adî ba-
haneler ile ittiham edenler, ne kadar kendilerini hakikat
ve adalet nazarında müttehem oluyor, divaneler de an-
lar.
Bu insafsızları aldatan ve hiç bir münasebeti olmayan
bir siyasî cemiyet vehmini veren üç maddedir:
Şualar | 453 |
o
n
i
kinci
Ş
ua
bulunduğu topluluğa veya benim-
seciği bir şeye karşı yapılan kötü-
lüğe karşılık verme.
ittiham:
suç altında bulunma, töh-
metli olma, töhmet altında olma.
kabir:
mezar.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddüde
mahal bırakmayan.
keyfiyet:
bir şeyin nasıl olduğu,
hâl, durum, iç yüz.
madem:
... -den dolayı, böyle ise.
mahkeme:
dava, duruşma.
mahkûm:
bir mahkemece hüküm
giymiş, hükümlü.
masum:
suçsuz, günahsız, saf, te-
miz.
mazlum:
zulüm görmüş, haksızlığa
uğramış.
mertebe:
derece, basamak.
mesele:
önemli konu.
meşgul:
bir işle uğraşan, işgal
eden.
mezaristan:
mezarlık.
muzaaf:
kat kat, iki kat, iki misli,
katmerli.
münasebet:
ilgi, alâka, yakınlık.
müttehem:
suçlanan, suçlu sayı-
lan.
nazar:
bakış, dikkat.
rahmet:
şefkat etmek, merhamet
etmek, esirgemek.
saadet:
mutluluk.
siyasî:
siyasetle ilgili, siyasete ait.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şehadet:
şehitlik; kutsal bir değer
uğruna hayatını feda etme, ölme.
şakirt:
talebe, öğrenci.
terhis:
izin verme, serbest bırak-
ma.
tezkere:
belge, görevin bittiğini
belgeleyen izin kåğıdı.
vehim:
sebepsiz korku, belirsiz ve
manasız korku.
zahmet,:
sıkıntı, eziyet, meşak-
kat.
zındıka:
dinsizlik, inançsızlık.
ziyade:
çok, fazla.
adalet:
her hak sahibine hak-
kının tam ve eksiksiz verilmesi,
düzenli ve dengeli oluş.
adî:
bayağı, aşağı, değersiz.
adliye:
mahkeme, yargılama
işleriyle uğraşan daire.
bahane:
yalandan özür, asıl
sebebi gizlemek için ileri sü-
rülen uydurma sebep.
bililtizam:
bile bile, bir şeyi
doğru ve lüzumlu görerek ta-
raftar olarak.
cemiyet:
manevî birlik teşkil
eden topluluk.
çare:
çözüm yolu.
divane:
deli, aklı başında ol-
mayan, budala, alık.
ebedî:
sonu olmayan, daimî,
sürekli.
ehemmiyet:
önem, değer, kıy-
met.
ehemmiyetli:
önemli.
elbette:
her hâlde, şüphesiz,
muhakkak.
fevkinde:
üstünde.
gayet:
son derece.
hakikat:
gerçek, esas.
haps-i münferit:
ehl-i dalâlet
için ölüm ve kabir.
hesap:
hüccet:
delil.
hükûmet:
bir ülkeyi idare
edenler, vekiller heyeti, rejim.
icat:
yeni bir şey ortaya koyma,
yeniden bir şey çıkarma, bu-
luş.
idam:
yok olma.
idam-ı ebedî:
dirilmemek üze-
re yok oluş, ahiret inancı ol-
madığı için ölümü ebedî yok-
luğa gitmek olarak görme.
ihtiyac-ı zarurî:
zorunlu ihtiyaç,
mutlaka gerekli olan.
iman:
inanma, itikat.
intikam:
öç alma, kendisine,
1...,443,444,445,446,447,448,449,450,451,452 454,455,456,457,458,459,460,461,462,463,...1581
Powered by FlippingBook