belki hakikat-i adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan ma-
na-i dindar cumhuriyetin reisleri idiler.”
İşte ey Müddeiumumî ve Mahkeme Azaları! elli sene-
den beri bende bulunan bir fikrin aksiyle beni ittiham
ediyorsunuz. eğer lâik cumhuriyet soruyorsanız; ben bi-
liyorum ki, lâik manası, bîtaraf kalmak, yani hürriyet-i
vicdan düsturuyla dinsizlere ve sefahatçilere ilişmediği gi-
bi, dindarlara ve takvacılara da ilişmez bir hükûmet telâk-
ki ederim. on senedir –şimdi yirmi sene oluyor– ki, ha-
yat-ı siyasiye ve içtimaiyeden çekilmişim. Hükûmet-i
cumhuriye ne hâl kesbettiğini bilmiyorum. eliyazübillâh,
eğer dinsizlik hesabına imanına ve ahiretine çalışanları
mes’ul edecek kanunları yapan ve kabul eden bir dehşet-
li şekle girmiş ise, bunu size bilâperva ilân ve ihtar
ederim ki: Bin canım olsa, imana ve ahiretime feda et-
meye hazırım. ne yaparsanız yapın! Benim son sözüm,
(1)
o
?«/
c n
ƒ r
dG n
ºr
©p
fn
h *G Én
æ o
Ñ° r
ùn
M
olarak, siz beni idam ve ağır ce-
za ile zulmen mahkûm etmenize mukabil derim: Ben, ri-
sale-i nur’un keşf-i kat’îsi ile idam olmuyorum, belki ter-
his edilip nur âlemine ve saadet âlemine gidiyorum. Ve
sizi, ey dalâlet hesabına bizi ezen bedbahtlar; idam-ı ebe-
dî ile ve daimî haps-i münferit ile mahkûm bildiğimden
ve gördüğümden, tamamıyla intikamımı sizden alarak,
kemal-i rahat-ı kalble teslim-i ruh etmeye hazırım!
Mevkuf
Said Nursî
* * *
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
akis:
yansıma.
âlem:
varlık sınıflarından her biri.
aza:
üye.
bedbaht:
bahtsız, tâli’siz, zavallı.
bilâperva:
korkusuzca.
bîtaraf:
tarafsız.
ceza:
suç, kusur, veya yanlış ha-
reket sonunda tatbik edilen mü-
eyyide.
cumhuriyet:
halk yönetimi.
daimî:
sürekli, devamlı.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten ay-
rılmak, azmak, doğru yoldan ay-
rılma, azma, batıla yönelme.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
dindar:
dinî kaidelere hakkıyla ria-
yet eden, dininin emirlerini yerine
getiren, mütedeyyin.
dinsiz:
dini, inancı olmayan.
düstur:
kanun, kural, esas, pren-
sip.
eliyazübillâh:
Allah korusun.
feda:
kurban, kurban olma.
hakikat-i adalet:
hak ve hukukun
esası; adaletin aslı, esası.
haps-i münferit:
ehl-i dalâlet için
ölüm ve kabir.
hayat-ı siyasiye:
siyaset hayatı.
hükûmet:
bir ülkeyi idare edenler,
vekiller heyeti, rejim.
hükûmet-i cumhuriye:
cumhuri-
yet hükümeti; devlet.
hürriyet-i şer’iye:
dinin tanıdığı
ve dine uygun hürriyet.
hürriyet-i vicdan:
vicdan hürri-
yeti.
içtimaiye:
toplumsal hayata ait.
idam:
yok olma.
idam-ı ebedî:
dirilmemek üzere
yok oluş, ahiret inancı olmadığı
için ölümü ebedî yokluğa gitmek
olarak görme.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
ilân:
yayma, duyurma, bildirme.
iman:
inanma, itikat.
intikam:
öç alma, kendisine, bu-
lunduğu topluluğa veya benim-
seciği bir şeye karşı yapılan kötü-
lüğe karşılık verme.
ittiham:
suç altında bulunma, töh-
metli olma, töhmet altında
olma.
kanun:
yasa.
kemal-i rahat-ı kalp:
tam bir
kalp rahatlığı.
kesb:
yapma, işleme
keşf-i kat’î:
kesin ve doğru
keşif.
mana-i dindar:
dindar anlam.
mahkeme:
dava, duruşma.
mahkûm:
bir mahkemece hü-
küm giymiş, hükümlü.
mes’ul:
yaptığı işlerden hesap
vermeye mecbur olan, sorum-
lu.
mevkuf:
tevkif edilmiş, hap-
sedilmiş, tutuklu.
mukabil:
karşılık.
müddeiumumî:
savcı.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
reis:
başkan.
saadet:
mutluluk.
sefahat:
meşru olmayan eğ-
lence
takva:
Allah korkusuyla dinin
yasak ettiği şeylerden kaçınma,
Allah’ın emirlerini tutup aza-
bından korunma.
telâkki:
anlama, kabul etme.
terhis:
izin verme, serbest bı-
rakma.
teslim-i ruh:
ruhu verme; son
nefes, bedenden ruhun ayrıl-
ması.
zulmen:
zulümle, haksızlıkla,
zulmederek.
1.
Allah bize yeter; O ne güzel vekildir. (Âl-i İmran Suresi: 173.)
o
n
i
kinci
Ş
ua
| 456 | Şualar