Hem, müdafaatımda yirmi yerde kat’î bir surette hüc-
cetler ile ispat etmişiz ki: Bütün dünyaya karşı da olsa,
din ve kur’ân ve risale-i nur’u alet edemeyiz ve edilmez!
Ve biz, onların bir hakikatini dünya saltanatına değiştir-
meyiz ve bilfiil öyleyiz! Bu davanın emareleri yirmi sene-
de binlerdir. Madem öyledir, ben ve biz bütün kuvvetimiz-
le deriz:
(1)
o
?«/
c n
ƒ r
dG n
ºr
©p
fn
h *G Én
æ o
Ñ° r
ùn
M
Said Nursî
* * *
(2)
o
¬n
fÉn
ërÑ
°o
S
/
¬p
ª°r
SÉp
H
İddianameyeKarşıİtiraznameninTetimmesidir
[Bu itirazda muhatabım, Denizli mahkemesi ve müddeiu-
mumîsi değil, belki başta ısparta ve İnebolu müddeiumumî-
leri olarak, yanlış ve nakıs zabıtnameleriyle buradaki acip
iddianameyi aleyhimize verdiren garazkâr ve vehham me-
murlardır.]
evvelâ, asıl ve faslı olmayan ve hatırıma gelmeyen bir
siyasî cemiyet namını, masum ve siyasetle hiç alâkaları
olmayan risale-i nur talebelerine takıp ve o daire içine
giren ve iman ve ahiretinden başka hiç bir maksatları
bulunmayan bîçareleri, o cemiyetin naşiri, ya faal bir rük-
nü veya mensubu veya risale-i nur’u okumuş veya okut-
muş veya yazmış diye suçlu sayıp mahkemeye vermek ne
kadar adaletin mahiyetinden uzak olduğuna kat’î bir hüc-
ceti şudur ki:
Şualar | 451 |
o
n
i
kinci
Ş
ua
dilekçesi.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddüde
mahal bırakmayan.
Kur’ân:
Allah tarafından vahiy yo-
luyla Hz. Muhammed’e indirilmiş,
semavî kitapların sonuncusu.
kuvvet:
güç, kudret.
madem:
... -den dolayı, böyle ise.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası, ta-
biatı, niteliği.
mahkeme:
dava, duruşma.
maksat:
gaye.
masum:
suçsuz, günahsız, saf, te-
miz.
mensup:
bir şeye veya kimseye
alâkası bulunan, bağlı olan.
muhatap:
kendisine hitap olunan,
söz söylenilen kimse.
müdafaat:
müdafaalar, savunma-
lar, korunmalar.
müddeiumumî:
nakıs:
noksan, eksik, tam olma-
yan.
nam:
ad, isim.
naşir:
dağıtan, yayan, eser yayım-
layan.
rükün:
bir şeye samimî olarak
meyletme, yönelme.
saltanat:
sultanlık, padişahlık, hü-
kümdarlık.
siyaset:
politika.
siyasî:
siyasetle ilgili, siyasete ait.
suret:
biçim, şekil, tarz.
talebe:
öğrenci.
tetimme:
bit konuyu veya eseri
tamamlamak için eklenen kısım,
ek.
vehham:
çok şüphe ve vesvese
eden, çok kuruntulu; vehimli, ku-
runtulu.
zabıtname:
zabıt kâğıdı, tutanak;
bir toplantı veya mahkemenin gö-
rüşülen, kararlaştırılan şeylerini
saptamak üzere düzenlenen resmi
yazı.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
adalet:
her hak sahibine hak-
kının tam ve eksiksiz verilmesi,
düzenli ve dengeli oluş.
ahiret:
dünya hayatından son-
ra başlayıp ebediyen devam
edecek olan ikinci hayat.
alâka:
ilgi, ilişki. bağ.
aleyh:
karşı, karşıt.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
bilfiil:
bizzat kendi çalışması
ile, kendi yaparak.
cemiyet:
manevî birlik teşkil
eden topluluk.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
faal:
çalışkan, gayretli.
fasıl:
doğruluk, hak.
garazkâr:
haset eden, kin gü-
den.
hatır:
fikir, zihin, akıl.
hüccet:
delil.
iddianame:
iddia yazısı, sav-
cının bir dava konusundaki id-
dialarını toplamış olduğu, isnat
ettiği suç ve delilleri de içine
alan yazısı.
iman:
inanma, itikat.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
itiraz:
kabul etmediğini belirt-
me, karşı çıkma.
itirazname:
itiraz kâğıdı, itiraz
1.
Allah bize yeter; O ne güzel vekildir. (Âl-i İmran Suresi: 173.)
2.
Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.