şahsın hatırı nerede? Ve hükûmetin ve milletin bir hatı-
rası ve Cenab-ı Hakkın bir tecelli-i hâkimiyeti olan ada-
let, kanunları nerede?
Hem; biz, hükûmet-i cumhuriye ve esaslarından en zi-
yade kendimize medar-ı istinat ve onun ile kendimizi mü-
dafaa ettiğimiz «hürriyet-i vicdan» esası, bizim aleyhimiz-
de medar-ı mes’uliyet tutulmuş, güya biz hürriyet-i vicdan
esasına muarız gidiyoruz.
Hem, medeniyetin seyyiatını ve kusurlarını tenkit etti-
ğimden hatır ve hayalime gelmeyen bir şeyi, zabıtname-
lerde isnat ediyor. güya ben, radyo,
(HaşİYe)
tayyare ve şi-
mendiferin kullanılmasını kabul etmiyorum, diye terakki-
yat-ı hâzıra aleyhinde bulunduğumla mes’ul ediyor.
İşte; bu numunelere kıyasen ne kadar hilâf-ı adalet bir
muamele olduğunu, inşaallah, insaflı, adaletli olan denizli
Müddeiumumîsi ve Mahkemesi göstererek, o zabıtname-
lerin evhamlarına ehemmiyet vermeyecekler.
Hem en acibi budur ki; başka mahkemenin müd-
deiumumîsi benden sordu: “Mahrem Beşinci Şuada
demişsin: ‘ordu, dizginini o dehşetli şahsın elinden kurta-
racak.’ Muradın orduyu hükûmete karşı itaatsizliğe sevk
etmektir.” Ben de dedim: “Maksadım; o kumandan ya
ölecek veya tebdil edilecek, ordu tahakkümünden kurtu-
lacak demektir. Acaba; hem gayet mahrem, sekiz senede
Şualar | 449 |
o
n
i
kinci
Ş
ua
kusur:
suç, kabahat.
mahkeme:
dava, duruşma.
mahrem:
herkesçe bilinmemesi
gereken, gizli.
maksat:
gaye.
medar-ı istinat:
dayandırma se-
bebi, bir söz veya haberin birisine
ait olduğunu belirtme nedeni.
medar-ı mes’uliyet:
sorumluluk
sebebi.
medeniyet:
medenîlik, şehirlilik,
uygarlık.
mes’ul:
yaptığı işlerden hesap ver-
meye mecbur olan, sorumlu.
millet:
ulus; çoğunlukla aynı top-
raklar üzerine yaşayan, aralarında
din, dil, duygu, ortak tarih, gelenek
ve görenek birliği olan insan top-
luluğu; halk.
muamele:
davranış, birbiri ile iş
görme.
muarız:
muhalefet eden, karşı çı-
kan, muhalif.
murat:
maksat, meram, ulaşılmak
istenen şey.
müdafaa:
savunma, koruma.
müddei:
iddia eden, davacı; savcı.
numune:
örnek.
ordu:
silâhlı kuvvetler.
sevk:
önüne katıp sürme, yönelt-
me.
seyyiat:
seyyieler, fenalıklar, kö-
tülükler.
şahıs:
kişi, fert, birey.
şimendifer:
tren.
şua:
zorbalık etme, zorla hükmet-
me.
tahakküm:
zorbalık etme, zorla
hükmetme.
tayyare:
uçak.
tebdil:
değiştirme, başka bir hale
getirme.
tecelli-i hâkimiyet:
idare, yönetim
ve hükmedişin görüntüsü.
tenkit:
eleştiri.
terakkiyat-ı hâzıra:
günümüz ge-
lişmeleri, medeniyet ilerlemeleri.
umumî:
herkese ait, genel.
zabıtname:
zabıt kâğıdı, tutanak;
bir toplantı veya mahkemenin gö-
rüşülen, kararlaştırılan şeylerini
saptamak üzere düzenlenen resmi
yazı.
ziyade:
çok, fazla.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
adalet:
her hak sahibine hak-
kının tam ve eksiksiz verilmesi,
düzenli ve dengeli oluş.
adalet:
her hak sahibine hak-
kının tam ve eksiksiz verilmesi,
düzenli ve dengeli oluş.
aleyh:
karşı, karşıt.
Cenab-ı Hak:
Allah; doğru, hak-
kın tâ kendisi, şeref ve bü-
yüklük sahibi olan yüce Allah.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
ehemmiyet:
önem, değer, kıy-
met.
esas:
asıl, temel.
evham:
vehimler, zanlar, kuş-
kular, esassız şeyler, kuruntu-
lar.
gayet:
son derece.
haşiye:
dipnot.
hatır:
durum, hâl; ilgi, saygı,
değer.
hatıra:
geçmişte yaşanan şey-
lerin kalanı; anı.
hatıra gelme:
hatırlama, akla
gelme.
hilâf-ı adalet:
hak ve hukuka,
adalete zıt, ters.
hükûmet:
devlet, yönetim.
hükûmet-i cumhuriye:
cum-
huriyet idaresi, yönetimi.
hürriyet-i vicdan:
vicdan hür-
riyeti.
insaf:
inşaallah:
‘Allah izin verirse’
manasında kullanılan bir dua.
isnat etme:
bir söz veya ha-
berin birisine ait olduğunu be-
lirtme, dayandırma.
itaat:
söz dinleme, boyun
eğme, emre uygun hareket
etme.
kanun:
yasa.
kıyasen:
kıyas ederek.
kumandan:
komutan.
HaşİYe:
radyo gibi azîm bir nimet-i İlâhiyeye karşı, azîm bir şükür ol-
mak için, “radyo, kur’ân’ı okuyup bütün zemin yüzündeki insanlara
dinlettirip, küre-i havanın bir hafız-ı kur’ân olmasıdır” demiştim.