garazkârâne ve sathî zabıtnamelerine bina edilen buranın
ehl-i vukuf raporunda hilâf-ı vaki ve mantıksız çok sözler
vardır ki, onlara karşı da bu itiraznamem takdim edilmişti.
Ezcüml e
: size evvelce arz ettiğim gibi, eskişehir Mah-
kemesine 163’üncü madde ile beni mahkûm etmek iste-
dikleri zaman demiştim: “Hükûmet-i cumhuriyenin iki yüz
mebusu içinde, aynı rakam, 163 mebusun imzalarıyla
Van’daki dârülfünunuma (medreseme) yüz elli bin bank-
not tahsisat kabul etmeleri ve onun ile hükûmet-i cumhu-
riyenin bana karşı teveccühü, bu 163’üncü maddeyi hak-
kımda hükümden ıskat ediyor” dediğim hâlde, o ehl-i vu-
kuf, “163 mebus said aleyhinde takibat yapmışlar” diye
tahrif etmiş. İşte makam-ı iddia da, bu ehl-i vukufun böy-
le bütün bütün asılsız ittihamlarına binaen bizi mes’ul tu-
tuyor.
Hâlbuki, meclisinizin kararıyla, en yüksek hey’et-i ilmi-
ye ve fenniyenin tetkikine ve tahkikine havale edilen ri-
sale-i nur’un bütün eczaları tetkikten sonra, bilittifak, hak-
kımızda verdiği kararda, “said’in ve risale-i nur şakirtle-
rinin yazılarında dini, mukaddesatı alet edip, devletin em-
niyetini ihlâle teşvik veya bir cemiyet kurmak ve hükûme-
te karşı bir sû-i maksadı bulunmak kastında olduğunu gös-
terir bir sarahat ve emare olmadığını; ve said’in şakirtle-
ri, muhaberelerinde hükûmete karşı kötü bir kasıt besle-
mek, bir cemiyet kurmak veya tarikat gütmek fikriyle ha-
reket etmedikleri anlaşılmaktadır” diye müttefikan karar
vermişler.
aleyh:
karşı, karşıt.
arz:
sunma, bildirme.
banknot:
kâğıt para.
bilittifak:
ittifakla, beraberce, el-
birliğiyle.
binaen:
… -den dolayı, bu sebep-
ten.
cemiyet:
topluluk, birlik.
dârülfünun:
üniversite.
ecza:
cüzler, parçalar, kısımlar.
ehl-i vukuf:
bir mesele hakkında
bilgi ve yetki sahibi olanlar, hâ-
kimler.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
emniyet:
eminlik, güvenlik, kor-
kusuzluk.
evvelce:
daha evvel, daha önce.
ezcümle:
bu cümleden olarak.
garazkârâne:
garaz ve düşmanlığa
kapılarak, garazkârlıkla, düşman-
casına.
havale:
bir şeyi başkasının üstüne
bırakma.
heyet-i ilmiye:
ilim heyeti.
heyet-i ilmiye ve fenniye:
ilim
ve fen heyeti.
hilâf-ı vaki:
gerçeğe zıt, vuku bu-
lana aykırı.
hükûmet-i cumhuriye:
cumhuri-
yet hükümeti. cumhuriyet idare-
si.
hüküm:
bir davanın veya bir me-
selenin tetkik edilmesinden sonra
varılan karar.
ıskat:
düşürme, hükümsüz bırak-
ma.
ihlâl:
bozma, zarar verme.
itirazname:
itiraz kâğıdı, itiraz di-
lekçesi.
ittiham:
suç altında bulunma, töh-
metli olma, töhmet altında olma.
kasıt:
bir işi bile bile, isteyerek
yapma.
mahkeme:
hüküm yeri: davaların
görülüp hükme bağlandığı yer.
mahkûm:
bir mahkemece hüküm
giymiş, hükümlü.
makam-ı iddia:
mahkemede bir
hakkın sabit olduğunu dava eden
(savcı.
mebus:
halk tarafından seçilerek
meclise gönderilen, milletvekili.
meclis:
milletvekillerinin oluştur-
duğu topluluk ve bu topluluğun
bulunduğu bina.
medrese:
yüksek mektep, üni-
versite.
mes’ul:
yaptığı işlerden hesap
vermeye mecbur olan, sorum-
lu.
muhabere:
haberleşme, mek-
tuplaşma, yazışma.
mukaddesat:
mukaddes olan
şeyler, kutsal şeyler, mübarek,
aziz, temiz, yüce olarak kabul
edilen şeyler.
müttefikan:
ittifak ederek, hep
beraber, birlikte.
sarahat:
sarihlik, açıklık, be-
lirlilik.
sathî:
yüzeysel, derine inme-
yen, üstün körü.
sû-i maksat:
niyetin kötülüğü;
kötü maksat.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tahkik:
doğru olup olmadığını
araştırmak, inandığı şeylerin
aslını, esasını bilerek inanma.
tahrif:
bir metni ilâve ve çı-
karmalarla, farklı manaya ge-
lecek şekle sokma.
tahsisat:
tahsis olunan şeyler,
tahsis edilen para, ödenek.
takdim:
arz etme, sunma.
takibat:
suç konusunda yapı-
lan soruşturma, araştırma, ko-
vuşturma.
tarikat:
Allah’a ulaşmak için,
şeyhin gözetiminde müridin
takip edeceği terbiye usul ve
yolu, seyir ü sülûk sırasında
tutulan yol.
tetkik:
dikkatle araştırma, in-
ceden inceye yoklama, ince-
leme.
teveccüh:
yüzünü bir yöne
çevirme, yönelme, yöneliş.
zabıtname:
zabıt kâğıdı, tuta-
nak; bir toplantı veya mahke-
menin görüşülen, kararlaştırılan
şeylerini saptamak üzere dü-
zenlenen resmi yazı.
o
n
i
kinci
Ş
ua
| 462 | Şualar