çok korkunç, çok elemli, çok acıklı bir menzil olan top-
rak altında göreceği ve konuşacağı melâikelerle konuş-
mayı ve refakati sevdirerek, bu mekâna daha çok ünsiyet
izhar etmekle, bu korkulu ilk menzil hakkındaki fevkalhad
korkularımızı tadil etmiş, nefes aldırmış. Hususuyla o âle-
min nuranî hayatını, benim gibi, göremeyenlerin ellerin-
de şuaatı yüz binlerle senelik mesafelere uzanan bir elekt-
rik lâmbası hükmüne geçmiş. Hem de, daima koklanıla-
cak numunelik bir çiçek bahçesi olmuştur.
evet, biz, sevgili üstadımıza arz ediyoruz ki; her gün
dersini hocasına okuyan bir talebe gibi, nur’dan aldığı-
mız feyizlerimizi, her vakit için sevgili üstadımıza arz ede-
lim. Fakat, sevgili üstadımız şimdilik konuşmalarını tatil
buyurdular.
Ey Aziz Üstadım!
risale-i nur’un hakikati ve Meyvenin güzelliği ve çiçe-
ğinin feyzi, beni minnettarâne bir parça memleketim na-
mına konuşturmuş ve benim gibi konuşan çok kalblere
hayat vermiş. Şimdi muhitimizde, risale-i nur’a karşı atı-
lan adımlar ve uzatılan eller, Meyvenin on Birinci Çiçeği
ile daha çok metanet kesb etmiş, inkişaf etmiş, faaliyete
başlamıştır.
Çok hakir talebeniz
Hüsrev
@@@
Şualar
o
n
B
irinci
Ş
ua
| 437 |
MEYVE RİSALESİ
hamet etmek, esirgemek.
refakat:
refiklik arkadaşlık.
selâm:
barış, rahatlık, selâmet,
esenlik.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldığı
114 bölümden her biri.
şuaat:
şualar, ışınlar, parıltılar.
tadil:
doğrultma, düzeltme, aslına
uygun şekilde değiştirme.
talebe:
talep eden, öğrenci.
tenzih:
Allah’ı şanına lâyık olmayan
şeylerden, her türlü eksik ve nok-
sandan uzak ve yüce tutma, mü-
nezzeh sayma.
tesbih:
Allah’ı bütün kusur ve nok-
san sıfatlardan uzak tutma, Ce-
nab-ı Hakkı şanına layık ifadelerle
anma.
ünsiyet:
alışkanlık, ülfet, dostluk.
âlem:
dünya, cihan.
arz:
bir büyüğe sunma, gös-
terme, bildirme.
aziz:
muhterem, saygın.
bereket:
mübareklik, bolluk,
saadet.
daimî:
sürekli, devamlı.
ebedî:
sonu olmayan, daimî,
sürekli.
elem:
dert, üzüntü, maddî-
manevî ıztırap.
fevkalhad:
haddinden fazla,
pek çok, haddin ötesinde, üs-
tünde.
feyiz:
bolluk, bereket, verim-
lilik.
hakikat:
gerçek, esas.
hakir:
küçük, aşağı, ehemmi-
yetsiz.
hususuyla:
özellikle.
hükmüne:
yerine, değerine.
inkişaf:
ortaya çıkma, keşfo-
lunma.
İsra:
Kur’ân-ı Kerîm’in 17. su-
residir. Mekke’de nazil olmuş-
tur.
izhar:
ortaya koyma, açığa çı-
karma, gösterme.
kesb:
kazanma.
kusur:
eksiklik, noksan, özür.
mekân:
yer, mahal.
melâike:
melekler.
menzil:
yer, konak.
mesafe:
uzaklık, ara.
metanet:
metin olma, daya-
nıklılık, sağlamlık.
minnettarâne:
minnet duya-
rak, yapılan bir iyiliğe karşı te-
şekkür hissi taşıyarak.
muhit:
yöre, çevre.
nam:
ad, isim, yerine.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak,
münevver.
numune:
örnek.
rahmet:
şefkat etmek, mer-