karışmıyorlar ve ehemmiyet vermiyorlar ve tenezzül et-
miyorlar. Ve hakikî şakirtleri, en dehşetli bir hasmına ve
hakaretli tecavüzüne karşı ona der:
“ey bedbaht! Ben, seni idam-ı ebedîden kurtarmaya ve
fânî hayvaniyetin en süflî ve elim derecesinden bir bâkî
insaniyet saadetine çıkarmaya çalışıyorum. sen benim
ölümüme ve idamıma çalışıyorsun. senin bu dünyada lez-
zetin pek az, pek kısa ve ahirette ceza ve belâların pek
çok ve pek uzundur. Ve benim ölümüm bir terhistir. Hay-
di defol! senin ile uğraşmam. ne yaparsan yap” der.
o zalim düşmanına hiddet değil, belki acıyor, şefkat
ediyor. “keşke kurtulsa idi” diyerek, ıslahına çalışır.
Saniyen
:
(1)
@ »'
? r
K o
ƒ r
dG p
In
h r
ôo
© r
dÉp
H n
?n
°ùr
ªn
à°r
SG p
ón
?n
a $Ép
H r
øp
erD
ƒo
j n
h
(2)
Gƒo
æn
e'
G n
øj/
ò s
dG t
»p
dn
h *n
G
Bu iki kudsî cümleler, kuvvetli münasebet-i maneviye
ile beraber; makam-ı cifrî ve ebcedî hesabıyla, birincisi,
risaletü’n-nur’un ismine; ikincisi, onun tahakkukuna ve
tekemmülüne ve parlak fütuhatına manen ve cifren tam
tamına tetabukları bir emaredir ki, risaletü’n-nur bu asır-
da, bu tarihte bir “urvetü’l-vüska”dır. Yani çok muhkem
kopmaz bir zincir ve bir “hablullah”tır. “ona elini atan,
yapışan necat bulur” diye mana-i remziyle haber verir.
Şualar
o
n
B
irinci
Ş
ua
| 435 |
MEYVE RİSALESİ
idam-ı ebedî:
dirilmemek üzere
yok oluş, ahiret inancı olmadığı
için ölümü ebedî yokluğa gitmek
olarak görme.
insaniyet:
insanlık mahiyeti, insan
olma hâli, insana yakışır davranış.
ıslah:
iyi duruma getirme, iyileş-
tirme, düzeltme.
kudsî:
mukaddes, yüce.
makam-ı cifrî:
cifre ait makam,
cifir hesabına göre ulaşılan netice,
sayı değeri.
makam-ı ebcedî:
ebcetle ilgili ma-
kam, ebcedî mana, ebcedî hesap.
mana-i remiz:
işaret edilen mana,
dikkate sunulan anlam.
manen:
mana bakımından, ma-
naca.
muhkem:
sağlam, sağlamlaştırıl-
mış, kuvvetli.
münasebet-i manevîye:
manevî
münasebet, yakınlık, irtibat.
necat:
kurtuluş, kurtulma, halâs,
selâmet.
saadet:
mutluluk.
saniyen:
ikinci derecede, ikinci
olarak.
süflî:
aşağılık, bayağı, adî.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şefkat:
acıyarak ve esirgeyerek
sevme, içten ve karşılıksız mer-
hamet.
tahakkuk:
gerçekleşme, meydana
gelme, olma.
tecavüz:
saldırma, sataşma, baş-
kasının hakkına dokunma.
tekemmül:
olgunlaşma, kemale
erme, mükemmelleşme.
tenezzül:
kendine aykırı düşen
bir işi veya durumu kabul etme,
alçalma.
terhis:
izin verme, serbest bırak-
ma.
tetabuk:
birbirine uygun gelme,
uyma.
urvetü’l-vüska:
kopmaz ve sağlam
kulp; Müslümanlık.
zalim:
zulmeden, acımasız ve hak-
sız davranan.
ahiret:
dünya hayatından son-
ra başlayıp ebediyen devam
edecek olan ikinci hayat.
asr:
yüzyıl.
bâkî:
ebedî, daimî, sürekli ve
kalıcı olan.
bedbaht:
bahtsız, tâli’siz, za-
vallı.
belâ:
musibet, sıkıntı.
ceza:
karşılık, azap.
cifren:
cifir ile, harflere verilen
sayı kıymetiyle ibarelerden
geçmişe ve geleceğe ait işa-
retler çıkarmak suretiyle,.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
ebcedî:
ebcet hesabına ait.
ehemmiyet:
önem, değer, kıy-
met.
elîm:
şiddetli, çok dert ve keder
veren.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
fânî:
ölümlü, geçici.
fütuhat:
zaferler, fetihler, ga-
libiyetler.
hablullah:
Allah’ın ipi.
hakaret:
hakirlik, hor görme,
incitme, küçük düşürme.
hakikî:
gerçek.
hasım:
muhalif, karşı taraf,
düşman.
hayvaniyet:
hayvanlık.
hiddet:
öfke, kızgınlık.
idam:
yok olma.
1.
Ve [kim] Allah’a iman ederse, işte o sapa sağlam bir kulpa yapışmıştır. (Bakara Suresi: 256.)
2.
Allah iman edenlerin dostu ve yardımcısıdır. (Bakara Suresi: 257.)