etsin. Bizi bu zindanlardan, onları da felâketlerden kur-
tarsın. Âmin.
Hüsrev
* * *
Aziz, Sıddık Kardeşlerim ve Musibet Arkadaş-
larım!
sizin içinizde mübarek âlimler ve âlicenap müdebbir-
ler ve halis fedakâr şakirtler bulunmasından büyük bir iti-
mat ile size güveniyordum ki, kuvvetli ve dessas ve kes-
retli düşmanlarımıza karşı vahdetinizi ve tesanüdünüzü
muhafaza edeceksiniz diye istirahat ederdim, sizin ile
meşgul olmazdım. Bir kaç noktayı beyan etmek lüzum
oldu.
•
Birincisi
: tahliyeniz uzamamak için, ben Ankara’ya
bir şey gönderip müracaat etmeyecektim. Fakat mahke-
me, mahrem ve gayr-i mahrem risaleleri ve eski ve yeni
mektupları karıştırarak Ankara’ya gönderdiğinden, mec-
buriyetle, buradaki ehl-i vukuf gibi mahrem risaleleri esas
ederek oradaki ehl-i vukuf aleyhimize hükmetmemek için
mahremlere, hususan Beşinci Şuaın süfyan ve İslâm dec-
cali hakkında gayet kuvvetli cevap veren
Müdafaat Risa-
lesi’
ni ve felsefe-i tabiiyenin verdiği küfr-i mağrurâneyi ve
iman aleyhinde cür’etkârâne tecavüzünü kıran
Meyve Ri-
salesi’
ni o makamata göndermek zarurî ve lâzım idi.
•
İ k inc i Nok ta
: Aziz kardeşlerim, sizin bu ehemmi-
yetli mektubunuzun cevabını yazarken, benim elime aynı
mektubu verdiler. İkinci noktaya başladım, kaldı. İşte ta-
mam ediyorum, dikkat ediniz.
Şualar | 525 |
o
n
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
felâket:
büyük dert, belâ.
felsefe-i tabiiye:
her şeyi tabiata
dayandıran felsefe.
gayet:
son derece.
gayr-i mahrem:
mahrem olmayan,
gizli ve özel olmayan.
halis:
saf, samimî.
hükmetme:
hakim olma, karar
verme.
hususan:
bilhassa, özellikle.
ihsan:
bağışlama, ikram etme, lü-
tuf.
iman:
inanç, itikat.
istirahat:
dinlenme, rahatlama.
itimat:
dayanma, güvenme.
kesretli:
çokluğu olan, çok fazla.
küfr-i mağrurâne:
gururla küfrünü,
inkârını gösterme.
mahrem:
herkesçe bilinmemesi
gereken, gizli.
makamat:
makamlar.
mecburiyet:
mecbur olma, zarurîlik
durumu, zorunluluk.
meşgul:
bir işle uğraşan, iş gör-
mekte olan kimse.
mübarek:
feyizli, bereketli, kutlu.
müdafaat:
müdafaalar, savunma-
lar, korunmalar.
müdebbir:
tedbir alan, tedbirli,
her şeyi önceden düşünen.
muhafaza:
koruma.
müracaat:
başvurma, danışma.
musibet:
felâket, belâ.
şakirt:
talebe, öğrenci.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz kabulle-
nen.
süfyan:
ahirzamanda geleceği ve
ümmetin karanlık günler yaşama-
sına sebep olacağı sahih hadislerde
bildirilen dehşetli, dinsiz ve münafık
şahıs.
tahliye:
tutukluyu serbest bırak-
ma.
tecavüz:
saldırma, sataşma, baş-
kasının hakkına dokunma.
tesanüt:
dayanışma, birbirine da-
yanma ve destek olma.
vahdet:
birlik ve teklik.
zarurî:
mecburî, zorunlu, ister is-
temez.
zindan:
hapishane.
aleyh:
karşı, karşıt.
âlicenap:
şerefli, haysiyetli
kimse.
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim ada-
mı.
âmin:
Yâ Rabbi! Öyle olsun,
kabul eyle!” anlamında duanın
sonunda söylenir.
aziz:
muhterem, saygın.
beyan etmek:
açıklamak, bil-
dirmek, izah etmek.
cür’etkârâne:
cesurca, cesur-
lukla, yiğitçe.
deccal:
kıyamet zamanına ya-
kın meydana çıkarak fitne ve
fesada sebep olacağı, İslâmî
şeairi tahrip edeceği, tarihte
görülmemiş zulümleri nifakla
aldatarak yapacağı hadis-i şe-
riflerde belirtilmiş yalancı ve
zararlı şahıs.
dessas:
desise eden, aldatıcı,
oyuncu, hileci.
ehemmiyetli:
önemli.
ehl-i vukuf:
bir mesele hak-
kında bilgi ve yetki sahibi olan-
lar, hâkimler.
ehl-i vukuf:
bir mesele hak-
kında bilgi ve yetki sahibi olan-
lar, hâkimler.
fedakâr:
kendini veya şahsî
menfaatlerini hiçe sayan, feda
eden.