Hatta bu gece, mesmuatıma göre, buradan birisi oraya
gönderilmiş. on defadan ziyade teessüf ettim; ne için Ha-
fız Ali’ye onunla selâm göndermedim. sonra ihtar edildi
ki, selâm göndermek için vasıtalara ihtiyaç yok; kuvvetli
rabıtası, telefon gibidir. Hem, o gelir, alır. o büyük şehit,
denizli’yi bana sevdiriyor; daha buradan gitmek istemi-
yorum. o ve Mehmed zühtü ve Hafız Mehmed, hayatla-
rında gördükleri vazife-i imaniye ve nuriyeye devam edi-
yorlar; onlar pek yakından temaşa ediyorlar, belki de yar-
dım ediyorlar. evliya-i azîmenin dairesinde, kıymetli hiz-
met noktasında, mevki almalarından; ben de o ikisinin
Hafız Mehmed’le beraber isimlerini silsilemde aktapların
isimleri yanında yad edip, hediyelerimi bağışlıyorum.
* * *
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
sizdeki ihlâs ve sadâkat ve metanet, şimdiki ağır sıkın-
tılarda birbirinizin kusuruna bakmamaya ve setretmeye
kâfi bir sebeptir. Ve risale-i nur zinciriyle kuvvetli uhuv-
vet öyle bir hasenedir ki, bin seyyieyi affettirir. Haşirde,
adalet-i İlâhiye, hasenelerin seyyielere racih gelmesiyle
affettiğine binaen, siz de hasenelerin rüçhanına göre mu-
habbet ve af muamelesini yapmak lâzımdır. Yoksa, bir
seyyie ile hiddet etmek, sıkıntıdan gelen bir titizlik, bir
asabîlik ile zararlı bir hiddet, iki cihetle zulüm olur. İnşa-
allah, birbirinize sürurda ve tesellide yardım edip, sıkıntı-
yı hiçe indirirsiniz.
* * *
adalet-i İlâhiye:
Allah’ın adaleti,
İlâhî adalet.
aktap:
kutuplar; belli bir yer veya
memleketteki evliyanın başı olan
en büyük velî.
asabî:
sinirli, öfkeli.
aziz:
muhterem, saygın.
binaen:
-den dolayı, bu sebep-
ten.
cihet:
yön.
evliya-i azîme:
büyük velîler.
hasene:
hayırlı amel, Allah rızasına
uygun iş.
haşir:
kıyametten sonra bütün in-
sanların bir yere toplanmaları, Al-
lah’ın ölüleri diriltip mahşere çı-
karması.
hiddet:
öfke, kızgınlık.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli başka
bir karşılık beklemeksizin, sırf Allah
rızası için yapma.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’ ma-
nasında kullanılan bir dua.
kâfi:
yeter, elverir.
kıymet:
değer.
kusur:
eksiklik, noksan, özür.
mesmuat:
işitilen, duyulan, haber
alınan şeyler.
metanet:
metin olma, dayanıklılık,
sağlamlık.
mevki:
yer, makam.
muamele:
davranış, birbiri ile iş
görme.
muhabbet:
sevgi, sevme.
rabıta:
münasebet, alâka, bağ.
racih:
daha daha üstün, önce, di-
ğerinden üstün.
rüçhan:
üstünlük, üstün olma.
sadâkat:
bağlılık, doğruluk.
şehit:
Allah’ın ve yüce dininin
adını yüceltme uğrunda canını
feda ederek savaşta vurulup
ölen Müslüman.
selâm:
barış, rahatlık, selâmet
ve esenlik dileme.
selâm:
barış, rahatlık, selâmet
ve esenlik dileme.
setretmek:
örtmek, kapatmak,
gizlemek.
seyyie:
dince yasaklanmış,
kötü, çirkin, günah olarak kabul
edilmiş olan her türlü söz, iş,
hareket.
seyyie:
dince yasaklanmış,
kötü, çirkin, günah olarak kabul
edilmiş olan her türlü söz, iş,
hareket.
seyyie:
dince yasaklanmış,
kötü, çirkin, günah olarak kabul
edilmiş olan her türlü söz, iş,
hareket.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz ka-
bullenen.
silsile:
tarikatlarda Hz. Pey-
gambere kadar dayandırılan
şeyh ve pir zinciri.
sürur:
sevinç, mutluluk.
teessüf:
üzülme, eseflenme,
bir şeyin tesirini hissetme, acı
duyma.
temaşa:
bakma, bakıp sey-
retme.
teselli:
avunma.
uhuvvet:
kardeşlik, din kar-
deşliği.
vasıta:
aracı.
vazife-i imaniye:
imanla ilgili
vazife, iman vazifesi.
vazife-i Nuriye:
Risale-i Nur
vazifesi, hizmeti.
yâd:
anma, hatıra getirme.
ziyade:
çok, fazla.
zulüm:
haksızlık.
o
n
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
| 532 | Şualar