çaresiz musibetten kurtulmanıza yardım ediyoruz. Sizin
nazarınızda en büyük bir mesele-i dünyeviye ve siyasiye,
bizim nazarımızda ve hakikat cihetinde kıymeti pek azdır
ve bilfiil vazifedar olmayanlara malâyani ve ehemmiyet-
sizdir ve kıymeti yoktur. Fakat, bizim iştigal ettiğimiz va-
zife-i zaruriye-i insaniye ise, herkese her zaman ciddî alâ-
kası var. Bu vazifemizi beğenmeyenler ve kaldıranlar, ölü-
mü kaldırmalı ve kabri kapamalı!”
İkinci ve üçüncü noktalar şimdilik geri kaldı.
* * *
(1)
o
¬n
fÉ n
ër
Ñ° o
S /
¬ p
ª° r
SÉp
H
risale-i nur’un kerametlerindendir ki, üstadımız Haz-
retleri, “ey mülhitler ve ey zındıklar! risale-i nur’a ilişme-
yiniz. risale-i nur, afatın def’ine sadaka gibi vesile olma-
sından, ona karşı olan hücum ve onun tatili, afata karşı
olan müdafaasını zayıflaştırır. eğer ilişirseniz, yakından
bekleyen belâlar, sel gibi üstünüze yağacaktır” diye, on
senedir kerratla söylüyordu. Bu hususta şahit olduğumuz
felâketler pek çoktur. dört seneden beri risale-i nur’a ve
şakirtlerine her ne vakit ilişilmiş ise, bir felâket, bir
musibet takip etmiş ve risale-i nur’un ehemmiyetini ve
afatın def’ine vesile olduğunu göstermiştir. İşte üstadımız
Bediüzzaman’ın risale-i nur ile haber verdiği yüzler
hâdisat içinde felâketler zelzele eliyle doğruluğunu imza
ederek gelen dört felâket, risale-i nur’un bir vesile-i
def-i belâ olduğunu gösterdi. Cenab-ı Hak, bize ve
Şualar | 547 |
o
n
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
mülhit:
İslam dininden ayrılan, Al-
lah’ı inkâr eden, dinsiz, imansız.
musibet:
felâket, belâ.
nazar:
bakış, nezdinde.
nokta:
konu, konu ile ilgili önemli
bölüm.
sadaka:
Allah rızası için ihtiyaç
sahibi fakirlere yapılan yardım,
farz olmadığı hâlde kişinin fakirlere
verdiği para, mal vs. gibi şeyler.
şakirt:
talebe, öğrenci.
ta’tîl:
kesme, durdurma.
vazife:
görev.
vazifedar:
vazifeli, vazifesi olan,
iş gören.
vazife-i zaruriye-i insaniye:
in-
sanın zorunlu olarak yapması ge-
reken vazifeler, görevler.
vesile:
aracı, vasıta.
vesile-i def-i belâ:
belayı, musibeti
defetmeye vesile olan.
zelzele:
yer sarsıntısı, deprem.
zındık:
Allah’a ve ahirete inan-
mayan, Allah’ı inkâr eden, imansız,
münkir.
afat:
afetler, büyük belâ ve
musibetler.
alâka:
ilgi, ilişki. bağ.
belâ:
musibet, sıkıntı.
bilfiil:
bizzat kendi çalışması
ile, kendi yaparak.
ciddî:
gerçek olarak, hakika-
ten.
cihet:
yan, yön, taraf.
def:
kovma, uzaklaştırma.
ehemmiyet:
önem, değer, kıy-
met.
ehemmiyetsiz:
önemsiz.
felâket:
musibet, büyük dert,
belâ.
felâket:
musibet, çok zarar,
sıkıntı doğuran durum.
hâdisat:
hâdiseler, olaylar.
hakikat:
gerçek, esas.
hücum:
saldırma.
iştigal:
bir iş işleme, bir işle
uğraşmak, bir iş üzerinde ça-
lışma, meşgul olma.
kabir:
mezar.
keramet:
ermişçesine yapılan
iş, hareket veya söylenen söz,
fikir.
kerrat:
kereler, defalar, kez-
ler.
kıymet:
değer.
malâyani:
manasız, faydasız,
boş (şey).
mesele-i dünyeviye ve siya-
siye:
dünyaya ve siyasete ait
mesele, konu.
müdafaa:
savunma.
1.
Her türhlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.