derece susturdu ve madem bu kadar geniş bir sahada ve
meselemizi pek ziyade i’zam ile hükûmeti telâşa düşü-
renler, her hâlde iftiralarını ve yalanlarını bir derece set-
retmeye bahaneler ile çalışacaklar; elbette bize lâzım, ke-
mal-i teslimiyetle sabır ve temkinde bulunmak ve bilhas-
sa inkisar-ı hayale düşmemek ve bazen ümidin hilâf-ı zu-
huruyla me’yus olmamak ve muvakkat fırtınalar ile sarsıl-
mamak! evet, gerçi inkisar-ı hayal, ehl-i dünyada kuvve-i
maneviyelerini ve şevklerini kırar; fakat, meşakkat ve
mücahede ve sıkıntıların altında inayet ve rahmetin ilti-
fatlarını gören risale-i nur şakirtlerine, inkisar-ı hayal,
gayretlerini ve ileri atılmasını ve ciddiyetlerini takviye et-
mek lâzım geliyor. kırk sene evvel, ehl-i siyaset, bana bir
cinnet-i muvakkata isnadıyla tımarhaneye sevk ettiler.
Ben onlara dedim: “sizin akıllılık dediğinizin çoğunu ben
akılsızlık biliyorum; o çeşit akıldan istifa ediyorum;
(1)
o
¿ƒo
`æo
÷r
G n
?n
?n
àr
Np
G …'
ƒn
¡ r
dG p
Qn
ón
b '
¤n
Y r
øp
µ
'
dn
h l
¿ƒo
æ`r
én
e ¢p
SÉs
ædG t
?o
c
n
h
kaidesini sizlerde görüyorum” demiştim. Şimdi dahi be-
ni ve kardeşlerimi şiddetli bir mes’uliyetten kurtarmak
fikriyle, bana, mahrem risale cihetiyle ara sıra bir cezbe,
bir cinnet-i muvakkata isnat edenlere aynı sözleri tekrar-
la beraber, iki cihetle memnunum:
Birisi
: Hadis-i sahihte vardır ki: “Bir adam kemal-i
imanı kazandığına, avam-ı nâsın akıllarının tavr-ı haricin-
deki yüksek hâllerini mecnunluk, divanelik saymaları,
onun kemal-i imanına ve tam itikadına delâlet eder”
(2)
di-
ye ferman ediyor.
Şualar | 553 |
o
n
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
hilâf-ı zuhur:
olduğunun aksine,
meydana çıkışının tersine.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
inkisar-ı hayal:
hayal kırıklığı, um-
duğunu bulamama.
isnat:
dayanma, dayandırma.
itikat:
kesin inanma, iman.
i’zam:
büyütme, büyültme, büyük
görme.
kaide:
kural, esas, düstur.
kemal-i iman:
imanın mükem-
melliği ve sağlamlığı.
kemal-i teslimiyet:
tam bir teslim
oluş, boyun eğiş.
kuvve-i manevîye:
manevî güç,
moral.
madem:
... -den dolayı, böyle ise.
mahrem:
herkesçe bilinmemesi
gereken, gizli.
mecnun:
çılgın, deli.
meşakkat:
zahmet, sıkıntı, güçlük,
zorluk.
mesele:
önemli konu.
mes’uliyet:
mes’ul olma hâli, so-
rumluluk.
me’yus:
ümitsiz, ye’se düşmüş,
ümidi kesilmiş, kederli.
mücahede:
savaşma, mücadele.
muvakkat:
geçici.
rahmet:
şefkat etmek, merhamet
etmek, esirgemek.
sabır:
gelecek veya olacak bir şey
için acele etmeden bekleme.
şakirt:
talebe, öğrenci.
setretmek:
örtmek, kapatmak,
gizlemek.
sevk:
gönderme.
şevk:
şiddetli arzu, aşırı istek ve
heves.
takviye:
kuvvetlendirme, sağlam-
laştırma, teyit ve tasdik etme.
tavr-ı hariç:
.
temkin:
ihtiyatlı hareket etme,
ihtiyat, tedbir.
tımarhane:
akıl hastahanesi.
ümit:
umut, umma, ümit; bazı
şeylerin istediği yönde olması ko-
nusunda beslenen his.
ziyade:
çok, fazla.
avam-ı nâs:
insanların ilmî, ir-
fanı kıt, okuma yazması az,
fikren zayıf olanları.
bahane:
yalandan özür, asıl
sebebi gizlemek için ileri sü-
rülen uydurma sebep.
bilhassa:
özellikle.
cezbe:
ruhî heyecan, coşkun-
luk, ruhun coşkunlukla ken-
dinden geçme hâli.
ciddiyet:
ciddîlik.
cihet:
yön, sebep, vesile.
cinnet-i muvakkata:
geçici
delilik, geçici cinnet.
delâlet:
delil olma, gösterme.
divane:
deli, aklı başında ol-
mayan, budala, alık.
ehl-i dünya:
dünyaya bağlı,
dünya adamı, ahireti düşün-
meyen.
ehl-i siyaset:
ülkenin idaresiyle
meşgul olanlar, siyaset adam-
ları, politikacılar.
evvel:
önce.
ferman:
emir, buyruk.
gerçi:
öyle ise de, her ne ka-
dar.
hadis-i sahih:
sahih hadis, hak-
kında şüphe edilemeyen ve
doğru senetlere ve ravilere is-
nat edilerek müspet olarak
kesin bilinen hadis-i nebevî-
dir.
1.
Her insan delidir. Fakat hevanın derecesine göre delilik farkllık gösterir.
2.
Müsned, 3:86; Beyhakî, 9:153; Kenzü’l-Ummal, 1:414.