afYoNMÜddEiuMuMîSivE
MahKEMErEiSivEaZaLarINa
Denizli’nin adliyesine hukukumu müdafaa için arz etti-
ğim Dokuz Esası, aynen size de takdim ediyorum.
Yirmi senedir hayat-ı içtimaiyeyi ve bilhassa böyle res-
mî ve ince ve siyasî hayatı terk etmişim. o hâllere karşı
alınması lâzım gelen vaziyeti bilmiyorum ve düşünmüyo-
rum ve düşünmesi beni cidden incitiyor, fakat mecburi-
yetle başka mahkemede insafsız bir zatın intizamsız ve
mükerrer ve lüzumsuz pek çok suallerine verdiğim cevap-
ların hatimesi ve hülâsası olan bu intizamsız müdafaatım
ve istidamda belki sadet harici ve lüzumsuz tekrarat ve in-
tizamsızlık ve aleyhime dönecek şiddetli tabirler ve bilme-
diğim yeni kanunlara muhalif ifadeler bulunabilir. Fakat,
madem hakikat üzere gidiyor, hakikatin hatırı için o ku-
surlara bakmamak gerektir. o istida ve müdafaatım “do-
kuz esas” üzerine gidiyor.
•
Birincisi
: Madem, hükûmet-i cumhuriye, cumhuri-
yetteki hürriyet-i vicdan düsturuyla, dinsizlere ve sefahat-
çilere ilişmiyor. elbette, dindarlara ve takvacılara da
ilişmemek gerektir. Ve madem dinsiz bir millet yaşamaz
ve Asya din noktasında, Avrupa’ya benzemez ve İslâmi-
yet, hayat-ı şahsiye ve uhreviye cihetinde Hristiyanlığa
uymaz ve dinsiz bir Müslüman başka dinsizler gibi olmaz.
Ve bu bin seneden beri dünyayı diyanetiyle ışıklandıran
ve bütün dünyanın tehacümatına karşı, salâbet-i diniyesi-
ni kahramanâne müdafaa eden bu vatandaki milletin
aleyh:
karşı, karşıt.
arz:
sunma, bildirme.
aza:
üye.
bilhassa:
özellikle.
cidden:
ciddî olarak, gerçek ola-
rak.
cihet:
yön.
cumhuriyet:
siyasî mekanizması
seçimle kurulan, adalet ve huku-
kun üstünlüğüyle temel hak ve
hürriyetleri sağlamayı amaçlayan
idare şekli.
dindar:
dinî kaidelere hakkıyla ria-
yet eden, dininin emirlerini yerine
getiren, mütedeyyin.
düstur:
kanun, kural, esas, pren-
sip.
hakikat:
gerçek, esas.
hariç:
bir şeyin dışı, dışarısı, dışta
kalan.
hatime:
son söz.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal hayat,
toplum hayatı.
hayat-ı şahsiye:
şahsa ait hayat,
özel yaşama biçimi.
hayat-ı uhreviye:
uhrevî hayat,
ahirete ait olan hayat.
hukuk:
haklar.
hükûmet-i cumhuriye:
cumhuri-
yet hükümeti. cumhuriyet idare-
si.
hülâsa:
bir şeyin özü, esası, özeti.
hürriyet-i vicdan:
vicdan hürri-
yeti:.
intizamsız:
düzensiz, düzgün ol-
mama.
İslâmiyet:
Müslümanlık, semavî
dinlerin sonuncusu.
istida:
resmî makamlara bir işin
yapılmasını, yerine getirilmesini
istemek maksadıyla yazılan yazı,
dilekçe, arzuhâl.
kahramanâne:
kahramanca,
kahraman olana yakışır şekilde,
yiğitçe, cesurâne.
kanun:
yasa.
kusur:
eksiklik, noksan, özür.
madem:
… -den dolayı, böyle
ise.
mahkeme:
hâkimler heyeti.
mecburiyet:
mecbur olma, za-
rurîlik durumu, zorunluluk.
müdafaa:
savunma.
müdafaat:
müdafaalar, savun-
malar, korunmalar.
müdafaat:
müdafaalar.
müddeiumumî:
savcı.
muhalif:
zıt, karşıt, aykırı.
mükerrer:
tekrarlanmış, tekrar
olunmuş.
Müslüman:
İslâm dinine bağlı,
dindar, mütedeyyin.
reis:
başkan.
resmî:
devlet adına olan.
sadet:
konuşulan madde, asıl
konu.
salâbet-i diniye:
din sağlamlığı,
dinin emirlerini korumakta ve
tatbik etmekteki ciddiyet.
sefahat:
zevk, eğlence ve ya-
sak şeylere düşkünlük, sefih-
lik.
siyasî:
siyasetle ilgili, siyasete
ait.
sual:
soru.
tabir:
ifade, söz.
takdim:
arz etme, sunma.
takva:
Allah korkusuyla dinin
yasak ettiği şeylerden kaçınma,
Allah’ın emirlerini tutup aza-
bından korunma.
tehacümat:
hücumlar, saldı-
rışlar.
tekrarat:
tekrarlar.
vaziyet:
durum.
zat:
kişi, şahıs.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 570 | Şualar