evet, risale-i nur ile imanlarını kurtaran ve millete za-
rarsız ve tam menfaattar vaziyete girenler yüz binden çok
ziyadedir. Hükûmet-i cumhuriyenin belki her büyük da-
iresinde ve milletin her tabakasında faydalı ve müstaki-
mâne bir surette bulunuyorlar. Bunları gücendirmek de-
ğil, belki himaye etmek elzemdir.
Şekvamızı dinlemeyen ve bizi söyletmeyen ve bahane-
lerle sıkıştıran bir kısım resmî adamlar, vatan aleyhinde
anarşiliğe meydan açıyorlar diye kuvvetli bir vehim hatı-
rımıza geliyor.
Hem, maslahat-ı hükûmet namına derim: Madem, Be-
şinci Şuaı hem denizli, hem Ankara Mahkemeleri tetkik
edip, ilişmemişler, bize verdiler; elbette onu yeniden res-
miyete koyup dedikodulara meydan açmamak, idarece
zarurîdir. Biz o risaleyi, mahkemelerin ellerine geçmeden
ve onu teşhirlerinden evvel gizlediğimiz gibi, Afyon hü-
kûmet ve mahkemesi dahi onu medar-ı sual ve cevap et-
memeli. Çünkü, kuvvetlidir, reddedilmez; kablelvuku ha-
ber vermiş, doğru çıkmış; hem, hedefi dünya değil, olsa
olsa ölmüş gitmiş bir şahsa, müteaddit manalarından bir
manası muvafık geliyor. onun dostluğu taassubuyla o
gaybî ihbarı ve manayı, resmiyete koymamayı ve bizi
onunla muaheze etmekle daha ziyade teşhirine yol açma-
mayı, vatan ve millet ve asayiş ve idare hesabına ihtar et-
meye vicdanım beni mecbur eyledi.
@
Şualar | 569 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
nam:
ad, isim, yerine.
resmî:
devlet adına olan.
resmiyet:
resmîlik, resmî olma
hâli.
şekva:
şikâyet, yakınma, hoşnut-
suzluk, memnuniyetsizlik.
suret:
biçim, şekil, tarz.
taassup:
aşırı bağlılık, aşırı taraf-
tarlık, fanatizm.
tabaka:
kat, katman.
teşhir:
gösterme, sergileme, ilân
etme, herkese duyurma.
tetkik:
dikkatle araştırma, incele-
me.
vaziyet:
durum.
vehim:
yanlış ve esassız düşünce.
vicdan:
insanın içindeki iyiyi kö-
tüden ayırabilen ve iyilik etmekten
lezeet duyan ve kötülükten elem
alan manevî bir his.
zarurî:
mecburî, zorunlu, ister is-
temez.
ziyade:
fazla, fazlasıyla.
aleyh:
karşı, karşıt.
anarşi:
her türlü düzen ve oto-
riteye karşı koyarak karışıklığı
meydana getirme durumu.
asayiş:
kanun ve nizam hâki-
miyetinin sağlanması.
bahane:
yalandan özür, asıl
sebebi gizlemek için ileri sü-
rülen uydurma sebep.
elzem:
daha (en, pek) lâzım,
lüzumlu, gerekli.
evvel:
önce.
gaybî:
gaypla ilgili, görünme-
yenlere ait.
himaye:
koruma, muhafaza
etme.
hükûmet-i cumhuriye:
cum-
huriyet hükûmeti, cumhuriyet
idaresi.
idare:
memleket işlerinin yü-
rütülmesi, çekip çevirilmesi.
ihbar:
haber verme, bildirme,
anlatma, duyurma.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
iman:
inanç, itikat.
kablelvuku:
olmadan önce,
olmadan evvel, vukuundan ev-
vel.
madem:
… -den dolayı, böyle
ise.
maslahat-ı hükûmet:
hükü-
metin duruma göre yapması
gereken iş.
mecbur:
zorunda kalma.
medar-ı sual:
soru sebebi.
menfaattar:
menfaat ve fayda
gören.
muaheze:
tenkit, itiraz, kınama,
tariz.
müstakimâne:
müstakim ola-
na yakışır şekilde, namuslu-
lukla, doğrululukla, ahlâklılık-
la.
müteaddit:
çeşitli, bir çok.
muvafık:
uygun, münasip.