Yalnız, hem bu memleketi, hem âlem-i İslâm’ı çok alâ-
kadar eden ve maddî ve manevî bu vatana ve bu millete
pek çok bereket ve menfaati tahakkuk eden risale-i
nur’u üç defa müdafaa ettiğimiz gibi, tekrar aynı hakikat
ile müdafaamı menedecek hiçbir sebep yok ve hiçbir ka-
nun ve hiçbir siyaset yasak etmez ve edemez.
evet, biz bir cemiyetiz. Ve öyle bir cemiyetimiz var ki,
her asırda üç yüz elli milyon dâhil mensupları var. Ve her
gün beş defa namazla o mukaddes cemiyetin prensiple-
rine kemal-i hürmetle alâkalarını ve hizmetlerini gösteri-
yorlar.
(1)
l
In
ƒr
Np
G n
¿ƒo
æp
er
D
ƒo
Ÿr
G Én
ªs
fp
G
kudsî programıyla birbirinin
yardımına, dualarıyla ve manevî kazançlarıyla koşuyorlar.
İşte biz bu mukaddes ve muazzam cemiyetin efradında-
nız. Ve hususî vazifemiz de, kur’ân’ın imanî hakikatleri-
ni tahkikî bir surette ehl-i imana bildirip, onları ve kendi-
mizi idam-ı ebedîden ve daimî ve berzahî haps-i münfe-
ritten kurtarmaktır. sair dünyevî ve siyasî ve entrikalı ce-
miyet ve komitelerle ve bizim medar-ı ittihamımız olan
cemiyetçilik gibi asılsız ve manasız gizli cemiyetle hiçbir
münasebetimiz yoktur ve tenezzül etmiyoruz. Ve dört
mahkeme inceden inceye tetkikten sonra, o cihette bize
beraat vermişler.
Said Nursî
@
alâka:
ilgi, ilişki. bağ.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, münasebetli,
bağlı.
âlem-i İslâm:
İslâm âlemi, İslâm
dünyası.
asır:
yüzyıl.
beraat:
temize çıkma; bir davanın
neticesinde suçsuz olduğu anla-
şılma.
bereket:
bolluk, bereket, gürlük.
berzahî:
kabir hayatıyla ilgili, ber-
zah âlemi ile ilgili.
cemiyet:
topluluk, birlik.
cemiyetçilik:
cemiyet taraftarlığı,
particilik, grupçuluk.
cihet:
yön.
dâhil:
içinde, giren.
daimî:
sürekli, devamlı.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
dünyevî:
dünyaya ait.
efrat:
fertler.
ehl-i iman:
inananlar, iman sa-
hipleri.
entrika:
bir çıkar sağlamak veya
birine zarar vermek maksadıyla
hazırlanan düzen, hile.
hakikat:
gerçek, esas.
haps-i münferit:
ehl-i dalâlet için
ölüm ve kabir.
hususî:
özel.
idam-ı ebedî:
dirilmemek üzere
yok oluş, ahiret inancı olmadığı
için ölümü ebedî yokluğa gitmek
olarak görme.
imanî:
imana ait olan, imana dair
olan, imanla ilgili.
kanun:
yasa.
kemal-i hürmet:
hürmetin mü-
kemmelliği, tam ve kusursuz mü-
kemmel hürmet.
komite:
kötü bir maksat için top-
lanmış gizli cemiyet.
kudsî:
mukaddes, yüce.
maddî:
madde ile alâkalı, cis-
manî.
mahkeme:
dava, duruşma.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
medar-ı ittiham:
suçlanma
sebebi.
men:
yasak etme, engelleme,
mâni olma.
menfaat:
fayda.
mensup:
bir şeye veya kim-
seye bağlı olan, üye.
muazzam:
çok büyük, ulu,
yüce.
müdafaa:
savunma, koruma.
mukaddes:
takdis edilmiş, kut-
sal, aziz, temiz.
münasebet:
vesile, alâka, bağ.
prensip:
temel fikir, temel bilgi,
esas, ilke.
sair:
diğer, başka, öteki.
siyaset:
politika.
siyasî:
siyasetle ilgili, siyasete
ait.
suret:
biçim, şekil, tarz.
tahakkuk:
gerçekleşme, ke-
sinleşme.
tahkikî:
araştırma ve inceleme
ile ilgili, inandığı şeylerin aslını,
esasını bilerek inanma.
tenezzül:
kendine aykırı düşen
bir işi veya durumu kabul
etme, alçalma.
tetkik:
dikkatle araştırma, in-
celeme.
vazife:
görev.
1.
Mü’minler kardeştirler. (Hucurat Suresi: 10.)
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 608 | Şualar