duman beni sıkıyordu, bir pencereyi bırakmadım ki, mıh-
lanmasın; şimdi onu da mıhladılar. Hem, hapis usulü tec-
rit on beş gün kadar olduğu hâlde, beni üç buçuk ay tec-
rid-i mutlakta hiçbir arkadaşımla temas ettirmediler.
Hem, üç aydan beri benim aleyhimde kırk sahifelik bir
iddianame yazılıp bana gösterildi. Yeni hurufu bilmedi-
ğimden, hem rahatsız ve hattım çok noksan olmasından
çok rica ettim ki, “Bana biri iddianameyi okuyacak ve di-
limi bilen talebelerimden benim itiraznamemi yazacak iki
adama izin veriniz” dedim; izin vermediler. dediler: “Avu-
kat gelsin, okusun.” sonra, onu da bırakmadılar. Yalnız
bir kardeşe dediler ki: “eski hurufa çevir, ona ver.” Hâl-
buki, o kırk sahifeyi yazmak, altı-yedi günde ancak olur.
Bir saatte bana okumak işini, altı-yedi güne kadar uzat-
mak, tâ benimle kimse temas etmesin fikri ise, pek deh-
şetli bir istibdat ile benim bütün hukuk-ı müdafaamı ıskat
etmektir. dünyada, yüz cinayeti bulunan ve asılacak bir
adam dahi böyle muamele göremez. Ben hakikaten bu
emsalsiz işkencenin hiçbir sebebini bilmediğimden, çok
azap çekiyorum. Ben haber aldım ki, mahkeme reisi vic-
danlı ve merhametlidir. Bu kanaate binaen, ilk ve son bir
tecrübe olarak makamınıza bu istirhamname ve şekvayı
yazdım.
Tecrid-i mutlakta hasta ve perişan
Said Nursî
@
ıskat:
düşürme, hükümsüz bırak-
ma.
aleyh:
karşı, karşıt.
azap:
ceza, büyük sıkıntı, şiddetli
acı.
binaen:
-den dolayı, bu sebep-
ten.
cinayet:
cana kıyma, katl veya
bu derecede ağır bir suç.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
emsalsiz:
benzersiz.
şekva:
şikayet.
hakikaten:
hakikat olarak,
doğrusu, gerçekten.
hat:
yazı, el yazısı.
hukuk-i müdafaa:
savunma
hakkı.
huruf:
harfler.
iddianame:
iddia yazısı, sav-
cının bir dava konusundaki id-
dialarını toplamış olduğu, isnat
ettiği suç ve delilleri de içine
alan yazısı.
işkence:
eziyet, azap, bir kim-
seye verilen maddî-manevî sı-
kıntı, zulüm.
istibdat:
idarede görülen her
türlü kanun dışı tazyik, baskı.
istirhamname:
istirham mek-
tubu, bir şey dilemek için ya-
zılan mektup.
itirazname:
itiraz kâğıdı, itiraz
dilekçesi.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
mıhlanma:
çivilenme, çivi ile
çakılma.
mahkeme:
dava, duruşma.
makam:
yer, mevki.
merhamet:
acımak, şefkat gös-
termek, korumak, esirgemek.
muamele:
davranma, davra-
nış.
noksan:
eksiklik, kusurlu oluş.
reis:
başkan.
rica:
dileme, isteme.
sahife:
sayfa.
talebe:
öğrenci.
tecrid-i mutlak:
hiç kimse ile
görüşememek, hücre hapsi.
tecrit:
hücre hapsi.
usul:
tertip, düzen.
vicdan:
insanın içindeki iyiyi
kötüden ayırabilen ve iyilik
etmekten lezzet duyan ve kö-
tülükten elem alan manevî bir
his.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 612 | Şualar