Şualar - page 624

Üçüncüsü
: ölmüş gitmiş, hükûmetten alâkası kesil-
miş ve inkılâptaki bazı kusurata sebep olmuş bir reise, sa-
rihan tenkit ve itiraz da olsa, kanunen bir suç olamaz.
Hâlbuki sarahat değil, o kendi cerbezesiyle küllî beyana-
tımızı ona tatbik etmiş. o mahrem ve herkese bildirme-
diğimiz manaları izhar ve teşhir edip umumun nazar-ı dik-
katini celp ediyor. eğer onda bir suç varsa, o makam-ı
iddia suçlu olur. Çünkü halkı teşvik edip o manalara na-
zar-ı dikkati celp ediyor.
Dördüncüsü
: üç mahkeme, cemiyet noktasında bize
kat’î beraat verdiği hâlde, yine eski nakarat gibi, gizli ce-
miyet vehmine bin dereden su toplamak gibi emareler
araştırmış. Hâlbuki, siyasî ve vatan ve millete zararlı olan
müteaddit cemiyetler varken, onlara müsaade ve müsa-
mahakârâne bakmakla beraber, bizim gibi binlerle şahit-
lerin ve emarelerin şahadetleriyle ve altı vilâyetin ilişme-
meleriyle sabit olan nur talebelerinin ders arkadaşlıkla-
rına ve sırf vatan ve millet ve din menfaatine ve saadet-i
dünyeviye ve uhreviye hesabına ve hariçten ve dâhilden
gelen ifsat cereyanlarına karşı mücahidâne tesanütlerine
“gizli cemiyet” namını vermek ve yirmi senede yüz binler
risale-i nur şakirtlerinin emniyeti ihlâle dair hiçbir vuku-
atları kaydedilmediği hâlde, “dini alet ederek emniyeti
ihlâle halkı teşvik ediyor” diye, makam-ı iddia onları itti-
ham etmesi; değil nev-i beşeri, belki zemini de hiddete
getirip, o ittihamı reddeder.
alâka:
ilgi, ilişki, bağ.
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim adamı.
beraat:
temize çıkma; bir davanın
neticesinde suçsuz olduğu anla-
şılma.
beyanat:
açıklamalar, izahlar.
celp:
çekme, çekiş, kendine çek-
mek.
cemiyet:
topluluk, birlik.
cerbeze:
haksız yere aldatıcı söz-
lerle karşı tarafı iknaa çalışmak,
demagoji.
cereyan:
akım, fikir, sanat veya
siyaset hareketi.
dâhil:
iç, içerisi.
dair:
alakalı, ilgili.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
emniyet:
güvenlik.
emniyet:
güvenlik; polis teşkilatı.
şahadet:
şahit olma, şahitlik, ta-
nıklık.
şakirt:
talebe, öğrenci.
hariç:
dışarı.
hiddet:
öfke, kızgınlık.
ifsat:
fesada uğratma, bozma, dü-
zensizlik meydana getirme.
ihlâl:
bozma, zarar verme.
inkılâp:
değişme, dönüşüm, köklü
değişme.
itiraz:
kabul etmediğini belirtme,
karşı çıkma.
ittiham:
suç altında bulunma, töh-
metli olma, töhmet altında olma.
izhar:
ortaya koyma, açığa çıkarma,
gösterme.
kanunen:
kanuna göre, kanunca,
kanuna uyarak, kanun yolu ile.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddüde
mahal bırakmayan.
küllî:
umumî, genel, bütün olan.
kusurat:
kusurlar, noksanlıklar,
eksiklikler, özürler.
mahrem:
herkesçe bilinmemesi
gereken, gizli.
makam-ı iddia:
mahkemede bir
hakkın sabit olduğunu dava eden,
savcı.
menfaat:
fayda.
mücahidâne:
mücahitçe, cihad
ederek, gayret göstererek.
muhakkik:
tahkik eden, ger-
çeği araştırıp bulan, bir şeyin
iç yüzünü inceleyerek vakıf
olan.
müsaade:
izin.
müsamahakârâne:
hoşgörülü
bir şekilde.
müteaddit:
çeşitli, bir çok.
nakarat:
çok sık tekrarlan-
maktan dolayı bıkkınlık veren
söz.
nam:
ad, isim.
nazar-ı dikkat:
dikkatli bakma,
dikkatli bakış.
nev-i beşer:
insanoğlu, insan-
lar.
reis:
başkan.
saadet-i dünyeviye:
dünya
ile ilgili saadet, dünya haya-
tındaki mutluluk, dünya saa-
deti.
saadet-i uhreviye:
ahiretle
ilgili saadet, ahiretteki mutlu-
luk.
sabit:
ispat edilmiş, ispatlan-
mış.
sarahat:
ifadedeki açıklık, açık
anlatım.
sarihan:
açıkça, açık olarak.
siyasî:
siyasetle ilgili, siyasete
ait.
talebe:
öğrenci.
tatbik:
uydurma, uygulama.
teşhir:
gösterme, sergileme.
tenkit:
eleştirme.
tesanüt:
dayanışma, birbirine
dayanma ve destek olma.
umum:
bütün, herkes.
vehim:
zan, şüphe, yanlış ve
esassız düşünce.
vilâyet:
il.
vukuat:
kavga, yaralama gibi
emniyeti ilgilendiren olaylar.
zemin:
yeryüzü.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 624 | Şualar
1...,614,615,616,617,618,619,620,621,622,623 625,626,627,628,629,630,631,632,633,634,...1581
Powered by FlippingBook