Şualar - page 640

külliyetinde bir fert olması, bilmüşahede mu’cizâne bir
lem’a-i ihbar-ı gaybîyi bu asrın gözüne gösterdiğinden,
hiçbir cihetle kabil-i inkâr ve itiraz olamaz. Hem o, “Bü-
tün rivayetler, mevzudur veya zayıftır,” iddiacının deme-
si, üç vecihle yanlış olduğu, cetvelde ispat edilmiş.
Birisi
: Bir milyon hadisi hıfzına alan İmam-ı Ahmed ib-
ni Hanbel ve beş yüz bin hadisi hıfzeden İmam-ı Buha-
rî’nin cesaret edemedikleri ve o nefyin ispatı kabul olma-
dığı ve bütün hadis kitaplarını görmediği ve ümmetin ek-
seriyeti her asırda o rivayetlerin manalarının zuhurlarını
veya o küllînin bir ferdini görmesini bekledikleri ve üm-
metçe telâkki-i bilkabul derecesine yakınlaşmış ve ayn-ı
hakikat bazı numune ve fertleri meydana çıkıp görüldü-
ğü hâlde, o rivayetleri külliyetle inkâr etmek, on cihetle
hatadır.
İkinci Vecih
: “Mevzudur,” manası, “Bu rivayet, an’a-
neli, senetli hadis değil” demektir; yoksa, “Manası yan-
lıştır” demek değildir. Madem ümmette, hususan ehl-i ha-
kikat ve keşif ve bir kısım ehl-i hadis ve ehl-i içtihat kabul
edip manalarının vukularını beklemişler; elbette o rivayet-
lerin durub-i emsal gibi umuma bakan hakikatleri vardır.
Üçüncü Vecih
: Hangi mesele veya rivayet var ki; meş-
repleri, mezhepleri muhtelif âlimlerin bir kitabında ona
itiraz edilmesin. Meselâ, İslâm içinde birkaç deccal gele-
ceğine dair rivayetlerden birisi, bu hadis-i şerif, sarih bir
surette Cengiz ve Hülâgû fitnesinden haber verir:
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim adamı.
an’ane:
hadis naklinin rivayet zin-
cirlemesi.
asr:
yüzyıl.
ayn-ı hakikat:
hakikatin aslı, ger-
çeğin tâ kendisi.
bilmüşahede:
görerek, bizzat şahit
olarak.
cihet:
yön.
dair:
alâkalı, ilgili.
deccal:
kıyamet zamanına yakın
meydana çıkarak fitne ve fesada
sebep olacağı, İslâmî şeairi tahrip
edeceği, tarihte görülmemiş zu-
lümleri nifakla aldatarak yapacağı
hadis-i şeriflerde belirtilmiş yalancı
ve zararlı şahıs.
durub-i emsal:
meşhur sözler,
darb-ı meseller, ata sözleri.
ehl-i hadis:
kendisini hadis ilmine
vermiş olan âlimler.
ehl-i hakikat:
hakikati arzulayanlar,
gerçeği bulup onun peşinden gi-
denler; Allah adamı.
ehl-i içtihat:
içtihat yapma kabili-
yeti olanlar; büyük din âlimleri.
ehl-i keşif:
bazı sırları, bilinmeyen
hakikatleri, Cenab-ı Hakkın lütuf
ve ihsanı ile bilen velîler.
ekseriyet:
çoğunluk.
fitne:
karışıklık, bozgunculuk, az-
gınlık.
hıfz:
ezberleme.
hadis:
Hz. Muhammed’e (a.s.m.)
ait söz, emir, fiil veya Hz. Pey-
gamberin onayladığı başkasına ait
söz, iş veya davranış.
hadis-i şerif:
Peygamberimizden
aktarılan sözlerin genel adı.
hakikat:
gerçek, asıl, esas.
hususan:
bilhassa, özellikle.
iddia:
bir fikri ısrarla savunma,
dava etme.
inkâr:
reddetme, inanmama, kabul
ve tasdik etmeme.
ispat:
doğruyu delillerle göster-
me.
itiraz:
kabul etmediğini belirtme,
karşı çıkma.
kabil-i inkâr:
inkârı mümkün, inkâr
edilebilir.
küllî:
umumî, genel, bütün
olan.
külliyet:
bütünlük, umumîlik.
lem’a-i ihbar-ı gaybî:
gaybî
olarak verilen haberin parıltı-
sı.
madem:
...den dolayı, böyle ise.
meşrep:
gidiş, hareket tarzı,
tavır, tutum, meslek.
meselâ:
örneğin.
mesele:
önemli konu.
mevzu:
yalancıların uydurduğu
ve hadis diye Peygamberimize
isnat ettiği haberler, uydurma
hadisler.
mezhep:
bir dinin bazı nokta-
larda görüş farkları bulunan
kollarından her biri.
mu’cizâne:
mu’cizeli bir şekil-
de.
muhtelif:
türlü türlü, çeşitli.
nefiy:
olumsuzlama.
numune:
örnek.
rivayet:
Hz. Peygamberden
nakledilen hadis.
rivayet:
Hz. Peygamberin had-
islerinin nakledilmesi.
sarih:
açık, aşikâr.
senet:
bir hadis metninde, o
metni rivayet etmiş ravilerin,
en son raviden başlayarak Hz.
Peygambere varıncaya kadar
uzanan isimler zinciri.
suret:
biçim, şekil, tarz.
telâkki-i bilkabul:
olduğu ve
rivayet edildiği gibi kabul edilip
inanılması.
ümmet:
Müslümanların tama-
mı; bütün Müslümanlar.
umum:
bütün, herkes.
vecih:
cihet, yön.
vuku:
olma, gerçekleşme,
meydana gelme.
zuhur:
görünme, belli olma,
ortaya çıkma.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 640 | Şualar
1...,630,631,632,633,634,635,636,637,638,639 641,642,643,644,645,646,647,648,649,650,...1581
Powered by FlippingBook